Gözlerimi kaparsam ortadan kaybolur yokluğum. Cevabından asla emin olmayacağımız sorulardan böyle mi kaçıyoruz? Kulaklarımı kapadığım şarkıları zaten hiç söylememişler gibi yapıyorum. İnsan kendisine inanabilecek kadar mı çaresiz?
Şöyle bir deniz havası almaya gidecek olsam; yine birkaç kez gidip bir gece gökyüzünün altında aşık olduğum sahili seçerim. Sıradan geceler yıldızlarla ve koskoca bir dolunayla süslenmişse, hiç geleceği olmayan şeylerden bir hayat kurmaya çalışıyor insan. Bu evler yok mu, bu duvarlarına hikayeler sinmiş, bütün gün otursak karşısında yine de anlatmaz kendini, günlerce otursak yine de anlatmaz tüm hikayeyi. ben gelmiyorum bu defa, ben gelmeyince boş kalır ev, duvarlar boş kalır, bir nefes daha alırsın, öyle geçer gider. Ben gelmiyorum bu defa. Bu, kendimi affetmeme yeter mi bilmiyorum ama hiç değilse deniyorum. Peki sürekli ben mi bir şeylere sebep oluyorum yoksa onlar zaten kendi kendilerine olmayı alışkanlık mı edinmiş? Her şey için çok geç olunca anlatmaya hiç başlama. Kısa süre sonra gideceğim ve her şey böyle bıraktığımız gibi kalacak. Haberi yok. Haber verebilecek kimse de yok çünkü kimsenin haberi yok. İşin aslı ben bu hikayeyi her gece farklı farklı yazıyorum. Nasılsa ne anlatsam uyuyor çocuk, ve ben bir son bulmamak için çok çabalıyorum. M.E
0 Comments
Aşkın, sevgiyi öğrenmemiş insanların hayal gücünün sığlığında yitip gitmiş iki kişilik bir muhabbet olduğuna inanıyorum.
Herkes ne kadar da aşık olduğunu anlattığında, aşka inanmadığından bahsettiğinde, aşkı birden fazla kez tattığını iddia ettiğinde bu muhabbetin kalıcı hasarlar aldığını biliyorum. Aşktan herhangi bir şekilde bahsettiğinde içinde, aklında ne varsa hep mutlaka bir kelime daha azı çıkıyor ağzından. Büyük düşüşler için büyük yanlışlıklar gerekiyor. Bildiğim en büyük yanlışlık aşk diye düşünüyorum. İki kişilik mevzulara üçüncü, dördüncü,beşinci şahıslarla gidildiğinde geri dönüş yolunda insanın kendini kaybettiğinden neredeyse adım kadar eminim. ve kendine dönüş yolunu nasıl bulursun? İçkilik meseleler bunlar der, yol kenarında daha evvel kalbin bu kadar kırık değilken saatlerce oturduğun kafeleri izleyerek alkole ikna olursun. İçkilik meseledir çünkü her mesele. Bunu anlamak zorunda değilsin. Ama buna alışmak zorundasın. ve en çok kafanı yasladığın kokuları hatırlamaya çalışırken azalıyor gibi olursun kadehindekiyle beraber. Anlamadan çevirilmiş sayfalarda bıraktığın parmak izleri can acıtıyor. -sayfalar çoğalır, sonlar değişir eğer yeterince istersen. Kimse kolay olacağından bahsetmedi ki. Ölçülemeyen bir zaman aralığındayım. Aklıma gelen her boktan anı lanetlemekle ve çok bilmiş bir Tanrıyı tüm isteklerimi paramparça ettiği için suçlamakla meşgulüm. Pişman olmak zorunda bırakıldığım için çok pişmanım. Sevgileri sarıp sarmalayıp bozulmayacakları yerlerde saklamaktansa, ilk gördükleri belediye çöplüğünde terk edip gidiyorlar. Öyle kolay mı cidden? Ya da zaten şekilsiz bir şeylere sevgi adı koyup sonunda hiç değer vermedikleri için mi oluyor tüm bunlar? Dilinin ucunda biriken küfürbaz suçlamaları ve uzun kırgınlıkları da evrenin çöplüğüne bırakabilir misin yavaşça? Daha kendimi sevememişken bir adama beni nasıl seveceğini öğretemem-ben bu kadar güçlü değilim ki- Sadece anlatabilmek isterdim, ve sesimi duyduğu anda dikkat kesilerek söyleme ihtimalimin olduğu her şeyi hevesle bekleyen birini ellerimle tutmayı. Duruşunu değiştirdi çünkü dünya. Dünya, hep bir sefere mahsus olsun diye temizce yaşamaya çalıştığımız duyguları karşımızdakilerin kirletmesiyle duruşunu değiştirdi. “ dünya artık bir daha hiç bir okul çıkışı gibi kokmayacak mı ? ” “ Biliyor musun eğer bir çeşit tanrı varsa, herhangi birimizde, sende ya da bende değil de, aramızdaki küçük alanda olurdu. bu dünyada sihir diye bir şey varsa, bu, birini anlamak, bir şeyi paylaşmak çabası olmalı. biliyorum, bunu başarmak neredeyse imkansız, ama kimin umurunda? çabanın kendisi önemli olmalı ” M.E Ama yapma dedin kendine. Tüm bu zaman boyunca, senelerdir hatta belki de inkar ederek ağladığında bile biliyordun. Ne istediğini hep çok iyi anlattın hikayeler anlatır gibi. Bir gece yarısı masalıyla uyutup o masalın içine uyanmalarını bekledin. Bembeyaz bir gökyüzü altında yolun sonunda hazine bulmayı umarak, dışarıdaki fırtınayı görmezden geldin. Son varsa, olacaksa eğer; hiç bahsedilmemiş olmalıydı. Böylelikle hikaye hep devam edecek gibi, etmeliymiş gibi olurdu. Ama kendini bile buna inanırken bulduğunda "yapma" dedin. Yazıp çizdiğin için kimse seni suçlamaz, yüksek sesle bağırarak kendilerine getirdiğin için de suçlamazlar. Sadece güzel olamazsın;çirkinleştiğin zamanları elbet unuturlar
-ama- sen unutabilir misin? Her zaman istediğin ve tutkuyla koltuk arkalarını, apartman boşluklarını, sokak köşelerini gözlemekle bulunmayacağını daha yeni fark ettiğin o hikayeyi bunca zaman boyunca kendi kendine yazıp durdun. Hem biri avuçlarına hiç duymadığın bir olay örgüsü bıraksın istedin, hem de ya istediğim gibi olmazsa diye panikleyip herkesten önce davranarak sonunu belirlediğin şeyleri yaşadın. Öyle ya, her kadın gün sonunda farkına varıyor. Aslında kendi acımasız dünyasının salonunda oturmuş gerçekleri televizyon ekranından izlemeye çalışırken kapı çalsın ve beyaz atlı prens gelsin umudu var. Ama bazı kadınların beklediği prensler her şeyi toz pembe yapacak, iyilik dolu, cesur, dürüst adamlar değil. Bazı kadınlar farkında bile olmadan kötü adamı iyi adam yapıyor kafalarında. Hikayede apaçık bir şekilde kötü diye nitelenmedikçe, kötü adam,prince charming yerini dolduruyor. Sonra hakkında yanıldığı ne varsa, her şeyi tüketmesine sebep olduğu düşüncesi ile mutlu son, mutlu hikaye ve hatta mutlu başlangıçlardan uzaklaşıyor bazı kadınlar. Sorun şu ki; gözlerim bir kavga sırasında bunca zaman önemsiz olduğuna inandığım bir detaya takıldı. Yemin ederim ki önceleri dikkatimi bile çekmemiş bu detay, üzerinden günler geçtikçe beynime kazınarak benimle konuşmaya bile çalıştı. Delirdiğimi düşündüm başta. Ama zaten herkesin deli olduğu bir dünyada iki kez delirmeyi kendime çok görmemeye karar verdim. Aklımda kaldıkça tadımı kaçırıp, tadım kaçtıkça yolumu aydınlattı söz konusu detay. Uzun süre yalnız başıma düşünmeyi hiç bu kadar çok düşlemedim. ve karar verdim. Bir bardak kahve yaptım. Bir yazı yazdım. Biraz alışveriş, biraz dans, biraz da boş boş yürüyüş..Bıraktım her şey kendi kendine yoluna girsin. Ya da yol çizsin her şey kendisine yeniden. Çünkü hep benim uğraştığım, aydınlatmak için kendi ışığımdan çaldığım, hep benim dil döke döke fark ettirmeye çalıştığım yetti. Bazı şeyler cidden yetiyor. Dünyanın garip işleyişine, bazı cümlelerin ne kadar yinelense de anlaşılmayacağına, havanın böyle soğuk oluşuna, ağlarken sarılamamış olmaya, hep bir adım geride durmak zorunda bırakılmaya kırgınım. Diyorum ki, belki de ben böyleyim diye-oysa ben ne Meryem’in iffetinden şüphe ettim ne de Magdalena’ya bir tek taş attım. “ Bir şeyi uzun süre bekledikten sonra umutsuzluğa kapılıp hiç içine sinmeyen başka bir şeye razı olduğun anda o beklediğin şey çıkageliyorsa ve onu mecburen hiç hak etmediği bir yere koymak zorunda kalıyorsan tetris oynuyorsun demektir. ” M.E |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|