Çünkü parmak uçlarımdan tenine akışını hissettiğin o dokunuşun adı artık sevgi değil.
Bileklerimi kavradı kelepçe bir kere; nasıl kurtarabilirim demirden tutsaklığı yansıtmaktan ben? Gözlerimin değdiği yerler artık hevesle buluşmaz. Özlem, dilekler, sözler, yeminler, anlık sonsuzluklar takılı çünkü artık aklıma. Çünkü ben artık umursamayı hatırlamayacak kadar tembelim ve yorganı üstüme çekemeyecek kadar kayıtsız soğuğa. Ağzımdan çıkmadığı sürece kalbime sancı veren kelimeler büyüttüm göğüs kafesimde. Kaç zaman sonra, bilmiyorum, bir gün gelecek ve beni yeniden hatırlayacaksın o yapmacık buklelerimle. O zamansız mecburi unutuluşun ardından aniden hatırlamanın getireceği coşku aklını karıştıracak. Ama ben hala en çok kendime tutsak, hala aklımın içinde ritim tutan yürüyüşüyle başımı ağrıtan korkularıma borçlu. Suçumu bilmiyorum henüz. Suçumu her yıkım ardından aramakla zaman kaybedip hiç bilemedim. Bilemeye bilemeye geldiğim bu yerden şimdi yine birkaç dilek sırtlanıp gitmem gerekecek. Çünkü parmaklarım kendi parmaklarıma kitlenip sıkı sıkı direnmeme yetecek kadar güçlü değil. Tüm saçmalıklarım ve hatalarım omurgama binip artık eskisi kadar dik tutamadığım omuzlarımda acıya sebep oluyor. Bunlar hiçbir zaman benim özgürlüklerim ya da cümlelerim olmadı. Peki neden kıskanıyorum onları? Neden sanki artık üzerime küçük gelen rengi soluk bahçıvanımın cebinde saklar gibi saklıyorum kendimi? Üstü çizilmiş cümlelerde saçmasapan teşhisler var. Hep bildiğimiz ama hiç görmek istemediğimiz şeyler. Kendimizle yaşattığımız ve büyüttüğümüz ve büyüdüler diye başkalarını suçladığımız bütün gerçekler. Ve onlar benim özgürlüklerim değil. Özgürlükleri nasıl oldu da sahiplenebildik? Uçup giderler yorulunca, birer parçamız bile olsalar hep bir sonu var. Yani ben, deniyorum, deniyorum ama yanlış bir öyküye doğru karakter olamıyorum. M.E
0 Comments
Kapalı gözler ardında ayakta dikiliyor anılar. O tüm dünyayı sallamış olması gereken acın, en yakınındakilerce bile hissedilmiyor.
En yakın. En yakınındakilere nasıl karar veriyorsun? Saydığın isimler aniden ne olursa olsun hep yanında mı olmaya başlıyor yoksa bu konuda hiçbir yaptırımın yok da insanlar kendileri istiyorsa mı yanındalar? Her soru, bir öncekiyle daha az alakalı bir başka soruya gebe. Vücut kıvrımlarından toprağa dokunana kadar süzülüyor içinden tüm benliğin. Ellerinin artık kırış kırış tüm yüzeyi, saçların banyo giderini tıkayacak kadar fazla dökülüyor, tenine soğuk rüzgar dokunduğu anda acıtıyor, daha hassas, daha güçsüz, daha az sensin. ve ne kadar söylenmemiş olsa da sanki herkes bunun farkında. Yerlere dağılıp bir daha bütün olamayana dek kırıldığında, ağızlarından çıkan sözlerin en keskin tarafları göğüs kafesini yırttığında, hissettiğin, dünyalar kadar büyük hayal kırıklığı, her verilen sözün ihlal edilişini takip ettiğinde, soğuktan titrerken bile yanacağını bildiğin ateşe el uzatmadın diye senle sessiz kavgalar ettiklerinde, bir günün adı 'çok geç' olacak ve senin dışında kimsenin haberi olmayacak. Ölümün hafif kaldığı bedeller ödedin bazı cümlelerin yüzünden. ve ağzını açarken artık kırk kez düşündüren suratlar karşısında ne konuşacağını bilemiyorsun. Zaman zaman kendinle olmaktan yorulduğun aklındayken devam ediyorsun günü geçirmeye. ve her bir sorunun cevabı diğerine öyle çok bağlı ki. Pişman olacağını şimdiden iyi bildiğin kararları siper edip göğsüne, gurur duyuyor-muş gibi dimdik yürüyorsun aslında orda durmak istediğin yerlerden uzaklara. Ne kapı eşikleri durduruyor adımları, ne son sözler, ne geri alınamayacak üzüntüleri geri almayı istemeler, ne de sözde sevgilerden kaçma isteği. Bir tek sen durdurabiliyorsun kendini. ve bir tek sen durmuyorsun bile bile. Elleri dizleri paramparça çocuk, bir gece, mahalle çocuklarıyla oynamakta olduğu evcilik oyunundan yanlışlıkla yaşlanmış bir kadın olarak çıkar. Oyun, öyle gerçektir ki, aslında gencecik olan çocuk aynaya baktığında gözlerinin içindeki bıkkınlıktan başka bir şey göremez. Saçlarını yapmaya başladığında ya da yüzünü boyamaya; güzel olup olmadığını değil, iyice saklanıp saklanmadığını kontrol eder. Şimdiden, etrafından çok iyi alışık olduğu o sıkıcı, heyecanı giderek azalmış, zorlaşmış koşullarıyla herkesi körelten hayatı kabullenir. Tek yapması gereken eve dönüp rol yapmayı bırakmaktır. İyi de, evi neresi? Kendimize iyi bakalım. Bakamıyoruz ama, lafın gelişi bakalım. M.E |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|