O, her banyodan sonra ıslak saçları koca bir vücut havlusuna dolanmış, titrek parmakları arasında bir sigara, diğer elinde kahve fincanı, gözleri hep beklediği bir şeyin varışını bulmaya çalışır bir şekilde şehre bakar dururdu. Hep geleceğini içinde hissettiği o şey her ne ise, bir türlü gelemedi. Belki bir iş çıkışı saati olur trafiğe takılır, belki vapura çarpıp düşen rüzgar olur boğulur, belki de bir gece yarısı hiç söylenmemiş iki kelime olur kendi kendini sustururdu.
Ellerini birbirine kenetlese kimse O'ndan daha güçlü olamazmış gibi, ne zaman yalnız kalsa sarılırdı kendi parmaklarına. Tekrar ve tekrar hatırlatırdı kendine yalnızlığı. En çok kendinle başbaşa kaldığında hatırla; herkes senden gitmenin bir yolunu keşfeder de- bi sen gidemez kalakalırsın kendi çıkmazında. Bir akşamüstü, en beklenmedik zamanda kapı çaldı. Umuttu gelen. Saçları rüzgarda uçuşan, dudakları kıpkırmızı şarap gibi, kokusu bir bebeğinki kadar temiz, gözleri ilk kez güneşi yakalamış gibi parlıyor, kalbi biraz kırgın belli ama yine de umuttu gelen. Salonun orta yerine kuruldu. Zamanı bekledi. Zaman geçtikçe orada olduğunun unutulmasını. Ara ara tekrar hatırlanıp, yine unutulmayı-Eline umut değdi diye her şeyin düzeleceğine inandı. Sırf gözlerinin önüne bir kez mümkün olabilecekler sunuldu diye, her şey cidden mümkün zannetti. Ama umut böyle değil mi zaten? En çok da umut olmasına rağmen gerçekleştiremedikleri kırar insanın kalbini. Her atışından daha çok parçalanır, ufalanır, ta ki artık bir başka umuda yer açamayacak kadar küçük kalana dek. İşte öyle unutuldu umut. Çünkü artık kimsenin hatırlamaya vakti kalmamıştı. Kimsenin çabalamaya, kararlı adımlara, sevgiye;kimsenin bir savaş meydanında gerçekten kanamayı göze almaya vakti kalmamıştı. Neydi peki tüm bunların bilincinde olmasına rağmen hala ısrarla kapısı her çalındığında heyecan dolu adımlarla kapıya yürüten? M.E
0 Comments
Sol serçe parmağı üzerinde bir yara ve parmakları masanın üstünde hafif titrek
bir kadehe yansıyan boş bordo bakışlar ve tüm galaksiyi andıran başarısızlık dolu sonsuz geçmiş Hatalardan ders çıkarma adı altında geleceğine unutamayacağın pişmanlıklar yeşertiyor Birbiri ile daha güçlü atmış iki kalbin birbirinden mahrum kaldığında nasıl acıyacağına dair söylentiler var artık hızla atılmış adımların ardından yavaşça tutulan yaslar bile çok nadir Her şeye hemen başlayıp hepsini anında bitirebilmeye mi evrildi insanlık? Çok geç kaldım. Kaburgalarında gece 3 rüzgarlarının gezindiği, nefes alırken canı yanıyor diye sessizce kendini öldürmeye çalışan, kendi eliyle diğer eline sıkı sıkı sarılmış korkan, nostalji timsali kapı eşiklerinden bir kez içeri atılmış adımları aklından çıkaramayan, yokuş yukarı çabaladığı için başladığı noktaya dönmek zorunda bırakıldığında tüm dünyadan daha büyük bir öfke hissetmiş, ara sokaklarda içilmiş Herbert Tareyton izmaritlerinin üstünden geçen yıllarla zehirlenmiş, gecenin kafatasını yırtar gibi gözyaşları armağan ettiği, kendimden dönemeyecek kadar çok ben'leşmiş bir kadınım. Bir gece sadece benim üzerimde olan bir bulutun yağmur damlaları, sürekli aramıza girip duran ve nefret ettiğim o ağır sessizliği falakaya yatırdı. Maksadını aşan bu kavgalar küstahça yitirmek için çırpındığım bu benliğe artık çözüm yok, artık sorun yok, artık sonun geldi der gibi çarpıp duruyor. Ama bir şeylerden kopamadığımdan içimde yanan şeyleri soğutmanın yolunu bulabilirim. Sevgim ölü bir dua, dudaklarım eski bir Nicolas Feuillatte, iradem acımasız bir tanrı nihayetinde. Ne farkeder ellerimi bu kez gökyüzüne değil de kendime açsam? Daha fazla ne kaybedebilirim bir kez olsun kendime inanırsam? Ben geç kaldım. Zamanında orada olduğum her buluşma öncesinde gardımı indirdiğim için tüm depremler sonrası enkazlarında en çok kendimi aradım. Hala ayaklarınızın yere değemediği bar taburelerinde otururken çocukluğunuza bir özlem duyuyorsanız, tamamen değil ama ucundan kıyısından hissedersiniz ne dediğimi. Ben içimdeki çocukla büyütmek istediğim sevgilerimi hep sonunda tek başıma olduğum gerçeği ile yüzleşmekten artık o kadar kolay bırakamam avuçlarınıza. Ama bir kere daha eserse o içime dolarken aklımı kaçırtan özlem, yere düştüğüm kaldırım kenarından ellerime sarılıp beni kaldıracak gibi olduğunda yüzümü çevirmem. Sadece bu kez benim de, bir kez de benim, ben artık peşinden gidemeyecek kadar korkmuş bir kız çocuğuyum- ben kendime geç kaldım adını bilmediğim şairler düşüncelerime yastık yorgan oluyor, çok sevilmesi gereken adamlar hep erkenden gidiyor. Her şeyi yazabilmek isterdim ancak insanlar yanlışlıkla beni anlar diye ödüm kopuyor. iki ıslak merhaba ile kalbimi emanet etmeye hazır olduğum anlardayım. Geç kaldım birine dair en çirkin şeyleri bile böylesi büyük bir hevesle bekleyecek halimin kalmadığını zannederken,üzerine gelişi güzel geçirdiği o gülümsemeye çarptığım an'ı çok sevdim. Oturduğum yerde kanarken en çok da hiçbir zaman uğruna büyük yeminlerin verilmediği bir kadın olmaktan, hiçbir zaman iki yanağımı boyayan görünmez gözyaşlarımın silineceği kadar sevilmeyecek olmaktan, en çok da benden gidilmenin en fazla iki saniyelik bir acıya sebep olmasından nefret ediyorum. ’ ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. kimsenin onları çözecek kadar tırnakları yok. ’ Sesimden dinlemek için. M.E O kadar kargaşa arasında iki saniye de olsa vakit bulup kendini dinlemeye mecbur gibi hissetmek.
Çünkü her zamankinden daha yüksek sesle konuşuyor için. İçindekileri duydukça dışarıdan saklanmaya daha fazla sebep. Hangi merdiven altında birikti atılan adımların basamaklardan aşındırdığı tozlar? Hangi apartman boşluğunda kaybolan çocukluklara özlem duyamayacak kadar acımasız yetişkin olmak? Ağırlaşan havada kirpiklerine inip yerleşen birkaç umut tanesi. Sırf yanaklarından aşağı süzülmesin diye gözyaşlarından sakınmak. O kadar yükseklerde yer arıyor ki herkes. En çok bir insanın gözünden düşünce yara alacaklarından bi'haber. Renkli tüm bu kargaşalar. Mavi bir minder kafanın altına koyup uyuduğun. Kahverengi bir battaniye titreye titreye sarılırken çekindiğin. Yeşil bir içki ellerinde dururken her yudumda çok daha fazlasını içine attığın. Lacivert bir gökyüzü içinden taşan ne varsa nefes aldıkça daha çok artan. Tek derdim bu'ymuş gibi sanki, ağırdan almakla hiç tanışmamış olanlara beş yüz sayfalık kitaplar okutmaya çalışıyorum. Yağmur yağacak kadar gri bir geceden ve birkaç kişilik kalp kırıcı bir muhabbet masasından kalkmadan oturduğum yerde yığılıveriyorum kendi içime. Kırılıyor, dökülüyor ve hiç ses etmeden gülümsüyorum kalan son gücümle. O gece yorgunluktan hiç uyuyamadım. Anlatma isteği ile yanıp tutuşurken tek kelime bile paylaşamadım. Parmaklarım dudaklarımdan daha değerli - kelimelerime değer vermeyi öğrenemeyecekler mi?Kimse kolay olacağından bahsetmedi ki. Zor olan her şeyi de birlikte göğüsleyemez miyiz? İki çocuk öylece gelip oturduğumuz kapının eşiğine kendi başıma zor sığıyorum bugün. insan zaman geçtikçe halledemiyor mu ne? M.E |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|