O kapıdan geçmişin bir gölgesi gibi çıkıp gittin.
Ellerinle sürgülerini çektiğin kapılar insanları dışarıda tutmak için değil. Et ve kemikten cılız vücudun, duygusal boşluğuna teslim. Direniyor hala evrenin koca savaşına begonya. Başkaldır, omurgan titresin soğuktan, yere çevir yönünü, tutunacağın biri yok. Hanımeli kokusuna karışıyor yaseminler. O sözlerin ardından eylemsizlik takip ediyor. Eylemin olmadığı zamanlar akarken söz, kanatlarına yazıyı bile takıp havalanıyor. Bir ağırlık yerleştirdi göğüs kafesine adam. Birkaç şarkı sonra hafifleyecek zannedip birkaç imge sonra kenetlenebilecekmişsin gibi bir-kaç tanecik çaba sonra altında eziliyor. Saçlarını sıkı sıkı topladığında dışında kalıyor tüm düşünceler. Ama görünmüyor, görünmüyor olsa gerek ki olduğu gibi bırakıyor giderken. "Olduğu gibi bırakılmaz." diyor içindeki ses. Olacaklardan bahsedildiğinde hep, gerçekten ilgilenecekler sanıyorsun. İçindeki karanlığı dudaklarındaki ışığa döndürürler-gibi. Vaktiyle bir sözün vardı kendine. En azından kendi sözünü tut kendine, kendi elinden tut kendini, en azından kendin büyüt kendi çocuk düşlerini. Mırıldan can yakan gerçekleri, tüm şehir aynı anda nefes aldı. Güçlü bir sırıtış takın ifadene, gitmek istemediğinden eminsen kalmak için sebep yarat. Kendin yaz kendin söyle, kendin büyüt sevgileri içinde, kendin yap tüm o 'olması gereken'leri, gerektiği şekilde. Eline al rolünü ve giy üzerine. Büyük, küçük, dar, bol... Kaybetmesiz bir savaş alanında yanına yoldaş edinmek güç, -se de, yoluna girenlerden dağlar kadar büyük bir tutku bekle. Yaz, çiz, bekle, bekle, bekle- Sevgili Tanrı, fakat seyirci kalmak ne zor. Melis Erdoğan
0 Comments
En alışık olduğum şeyi sevmemeye başlıyorum.
Kökleri içimde benleşmiş, yaprakları gözümden düştükçe daha çok toprağıma karışmış, dışarıya sert kabuk bir şey saklıyorum göğsümde. Kendimi yetiştirmeye mecbur kaldığımı anımsıyorum. Kendimi yetişkin hissetmekten hep uzak olduğumu ve ayna karşısında göründüğüm kadar dik duramadığımı. Her şeyin hep çok daha kolayına sahip olabilecekken en zoruna elimi uzattığımı, en zorunun en kalıcı olanla aynı olduğuna inandığımı, ama zorluğun sadece benden alıp götürdükleri olduğunu ve kendimden vermedikçe kimsenin ilk adıma yeltenmeyeceğini. Bu başka birinin kazancıydı hep övgü yağdırdıkları. Bu başka birinin sahte gülümsemesi. Akıbetini bilmediğim her şeyin altında ezildikten sonra bir kadeh doldurup kutlayasımın gelmediğini hatırlıyorum. Bir şarkıyı daha ilk kez dinleyip de çok sevmenin, sevginin boyutu ne olursa olsun solup gideceğinden eminim. Peki neden inanılır bir hikayeye ve aynı gidişatlara? Bu başka birinin hikayesi, bir başka ses tonu yerleşik bu cümlelere. Burada ben, orada sen olmak kadar ikiyüzlü bir şey bu. Başka olsa bile hep aynı kırgınlıklar. Themis gözlerini sonradan kapadığında, göze göz, dişe diş- artık ahlaki bir sınır olduğunda, sevginin toplamını hesap edip aynı miktarda sevgiyi sunma çabasına girdiklerinde, dizlerinin üzerinde avuçlarına göz yaşı dökülen bir çocuğa indirgenmekten daha iyisini yapamazsın. Bu bambaşka bir şey hissettiğim. Bu zamana kadar en iyi başardığım şey ile ilk kez tanışıyor gibiyim. Bu bir çeşit dublaj, yağmurda yırtık şemsiye, bir nefret söylemi sevgiye, bir çeşit kuraklık ki su istemedikçe fark edilemeyecek, bir çeşit soyutla(n)ma, bir çeşit otoportre. Melis Erdoğan I feel the corruption, the mourn, the pain in my chest
and i feel 'em as if i made those happen with my own hands. I spin around and around and i fall And the wine in my glass turns into a shade of regret and it changes it all. I write everything down and i teach them how to fly. I throw them into the air only to catch even more. I make a game out of this, make them all collapse and miss, make them all realize and dismiss, lure them into the darkness in my eyes, so the darkness can help to advertise; the suffocating, aching hands of time, and its heaviness on my shoulders. Till my shoulders no longer to do job. Then my heart starts to stop. And my eyes will make everything turn into a melting lollipop, Just to be able to erase them and my madness will be swabed. I'll not show a modicum of joy, just watch and not be able to confine to the highers and results will destroy, the beginnings, the evergreen endings, the hopes standing there to employ. I only want to hinder the approaches, the ones getting real close, only accept the compliments to my innuendos. Stars, the moon, the entire universe and its secrets, silent languages that humanity no longer uses, old books with dust all over them and pressed flowers, and all the other tiny things that are falling out of fashion, just because 'we' always are busy to show compassion. Too tied up with all this and that, to glance at the gloam, throughout this long, absurd drive to home. Melis Erdoğan |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|