Başladığı yere kolaylıkla dönebilen bir adam. Penceremin senelerdir seçilemeyen transparanlığından net olarak görebildiğim tek şey. Sanki kalın harflerle kazınmış gibi bir şiirimin içerisine; kendiliğinden, öyle karar vermiş diye. Sanki yol boyunca hiçbir engele takılmamış, hiçbir durakta soluklanmamış, hiç birkaç laf sohbete acıkmamış, yol arkadaşı edinmemiş, müziğini paylaşmamış, sırtını yaslamamış, hiç göz yaşı akıtmamış durduk yere, günün herhangi bir saatinde.. Sanki tüm yol boyunca, hissiz ve uyuşmuş bir şekilde fakat hislerine kutsal bir derinlik yakıştırarak, salt başlangıç noktasına dönebilmek fikriyle seyahat etmiş. Yola birlikte çıkabileceği bir kişi bulursa ve o kişi kendisini vazgeçilmez bir eş, ayrılamaz bir parça sanmışsa; bu yalnızca ve düpedüz o kişinin kendi kişisel yanılgısıymış. Sırf onun kendi kendine ulaştığı bu sanrı, bu peşin hüküm bu korkunç yanılgıya sebebiyet verebilmiş. Yani adam, haklıymış. Ne yaparsa, ne derse, ne susarsa, ne üzülürse, ne mutlu olursa; adam hep haklıymış. Haksızların ise bu yolculuk süresinde tek yapmaya çalıştığı hak ve adaleti başka bir masanın konusu etmekmiş. Yolculuk boyunca hiç haklı ya da haksız olunur muymuş?
Aynaya baktığında geçmişini görmeyen, geleceğine adapte olamayan adam için bu dünyanın en saçma şeyi olmaya adaymış. Dünyanın en saçma şeyi, nasıl olur da bir insanın bir diğerine "varmak" istemesi olabilirmiş ki? E oluvermiş. Akıl almaz bu olay örgüsü boyunca aslında hiçbir olay yaşanmamış. Hiçbir hikaye yazamamış kendi kendisini. Çünkü kış mevsiminin buz gibi sokaklarında birbirinin eline sıkıca sarılmış gibi duran o iki figürün toplamı 1 değilmiş. Başladığı yere dönmek hevesiyle yanıp tutuşan adam, kendi yoluna dahil etmekte olduğu bir başka kişinin varlığını azımsamış. Azımsandıkça azalmış, azaldıkça bir kişi olmaktan çok uzaklaşmış kişi. Öyle azalmış ki, adamla ilk karşılaştığı durakta, adama dokunur dokunmaz hissettiği "bütün" artık neredeyse bir hayal olmuş. -Yoksa her şey, kafamda mı yaşandı? Adam günün ilk ışıkları ile birlikte hayattaki tüm varlığını alarak yola düşmüş. Bu bir terk ediş değildiyse de, adam hariç herkes biliyormuş valizi kendisinden başka bir şey olmayan birinin ardında bıraktıklarına acımayacağını. Bilip de inkar etmeye hevesli olan kişi dışında herkes de gerçekten ona göre davranmış. Kişi, köklerine yeterince sarılırsa hiç kopamayacağı bir toprak bulmuş gibi aldatmış kendi kendisini. Ama kendisini ısrarla kabullenemeyen toprak, ne köklerini dilediğince salmasına izin vermiş, ne de o sarılışın doğallığına inanabilmiş. Kirli bir pencereden dışarıdaki parka baktığında, pencere artık görevini yerine getiremediğinde ve pencere olmaktan çıktığında; kişinin tek gördüğü kir oluvermiş. Kendi kendisine yazmaya çalıştığı bir hikayenin hiç var olamayışına takılmış kalmış kişi. Bakmış arkasından uzun uzun adamın. Yola devam etmeye zorlandığını düşünen adamın. Kendi suçu olmadığını, ondan vazgeçildiğini düşünen adamın. Yol üstünde bir yerde kendisine rastlar ve iki çift laf ederse, belki de gerçekleri görür ve geri döner diye bakakalmış. Fakat yine kendisini aldatmaya başladığını fark ettiği anda tüm benliğinin içinden çıkıp her şeyi oraya bırakarak kaçmak istemiş. Kendinden soyunmak, kendinden çıkmak, kendinden kurtulmak...Başladığı yeri artık bilmeyen kişi, nereye gittiğini, nasıl gidileceğini, yanına ne alacağını unutmuş. Bir yaz akşamı, balkon korkuluklarında dans eden iki çift yemin gibi düşüp kanadını kırmış; ona armağan ettiği kanatları da alıp gidince adam. Melis Erdogan
2 Comments
|
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|