Ben ki, gezdikçe parça parça kopup sokak aralarında kalmışlığımı bildim. Yürüdükçe arttı yollarım, yoruldu kanatlarım, kanadı ayaklarım. Ben ki, durdukça paslandım, kök saldım. Sulanmadı en hayati damarlarım; kurudu benim ihtimallerim ve kurudukça ufak tefek kalıp sarıldılar tütünlerin yakılma ihtimallerine. "İnsanlar ihtimallerini damarlarında taşırlar." Ben ki, yüreğimde yer açtım, benim yer bulmak için çırpındıklarım yüzlerini çevirdikçe. Kenara kaydıkça yaklaştığım yükseklik kıyılarında korkudan titrerdim, soğukkanlıydı suratım ama ellerim ele verirdi hep gerçeklerimi. Gerçeklerimi kendim yazdım, kimi zaman oynardım, kimi zaman okuttum. Ağacı toprakla bir eden bir masal bilirdim, rüzgara yenik düşen kitap sayfası oldum büküldüm. Kendime dönüp bakmaya kullanmadım aynaları. En iyi gözlerinde yansıdım insanların. Ağır ağır açılıp kapanan göz kapaklarındaki tutku oldum yeri geldi, sessizce doldum, taştım, ağır ağır aktım, süzüldüm. Ama kendime en iyi başkalarında döndüm. Benim kelimelerim başkalarına cümle olsun diye çırpınırdı havada, bir süre geçerken içim de geçti kendinden ve- aniden kayboldu duymaya olan isteğim. Avuç içimden kaburgama uzandı bazı ağrılarım. Bazı hayatlarımda ben göründüğüm kadar mutlu olamadım. Çizikler kaldı tenimde, bıçak izleri, hakaret izleri, nefret izleri yapıştı boynumun çevresine. Bulamadım bazı yollardan çıkışları. Haritalar çizdim kendime ama yaratamadım kolay kaçışları. Ben ki, hep inkar ettim bir şeyleri tamamlayan başka şeylerin varlığını. Eksikliğime alışmış büyürken, kendimi tam zannettim. Tam da o an anladım yanıldığımı. 'O' an, ama ben bu yeşillerin, bu sarı ve turuncuların, ben bu mavinin içinde böyle kaybolurken yetişemem yağmur sonrası gökkuşaklarının tümüne. Hem daha iyidir; eksiği tam saymak belki de. Kendine dönmüş bir çocuk kırgınlığı, kendini yitirmiş dinleme isteği, kendince iyileşmesi gereken derin yaraları, kendinde bulduğu tüm çıkmazları, kendi dışında birinin, kendini tam olarak 'ben' etmeye eksik kalan tek şey olduğu ihtimali; insanın en büyük talihsizliği, trajedisi, aynı zamanda en yüce ayrıcalığı mı? M.E
0 Comments
Bu kadar kırılgan mıydık sahiden?
Çatladığı yerden çaresizce toprak zemine düşüp solacak kadar çocuk mu kalplerimiz? Bir başkasının sarı kirpiklerine konabilecek umutlar sirokkoya kapılıp kurudu. Ellerimizde olmayan ne varsa önümüze sermeye heves ettiğimiz hayata engel oldu. Muellifi ilan edildik, kendimizinki de dahil, birçok başka hikayenin. Ucundan köşesinden sorumluyuzdur bazı hayati vaz geçişlerin. Ne kadar yeşeriyorsa, o kadar kuruma ihtimaliyle dolu bir bahar. Ve artık beşeri katkılarımızı da ortaya koyup bir mevsim inşa edesimiz var. Mütemadiyen aidiyet isteyip, tam avuçlarımızın içinde hisseder gibi olunca mahvettiğimiz sonlar.. İsteklerimiz; çok çarklı, külüstür bir duvar saati. Şimendifer gibi muazzam çalışan saatin dişleri tarafından çiğnenmeden akmanın yolunu arıyoruz. Bulamadığımız yollar, yokuşlara, yokuşlar insanlara varıyor. Hem zaten, "İnsan yokuşlu bir şeydir.", zaten insan aklının asfaltına ayakları yapışa yapışa sonu uçurum yokuşlara gözü kapalı giden bir şeydir. İniş Sokağı'na, pembeleşmiş yanağını kesen ayazı sırtlanır girer. Yorulup, kaybolup, dengesi bozulan ve dizleri kanayan düşlerden yoğurmuşsa isteklerini; insan, sıkça hataya düşüp kalkamayan bir şeydir. O kadar farklı mı zannediyoruz, her seferinde kapıyı çalan yeni yüzleri? Sonlarımızı silip, görmezden gelip, yeni başlangıçlar ediniyor ve sanki biraz Tanrı'nın işine karışıyoruz. Dinleyecek daha iyi şeyleri olduğu açık olan Tanrı, ellerini göğe açan çocukların dualarına yabancı. Karışıyoruz diye 'bir' oluruz zannediyoruz. Zamk gibi üzerimizde olsa da inkar ediyoruz, sanrıların gerçeklerle arasındaki farkı. Nereye kadar devam ederiz artık her şeyin değişmesini dilediğimizi ve değişenin sabit kalmasına olan açlığımızı? Gürültüsüyle, teriyle, dokunuşu veya kokusuyla değil korkusuyla uyandığımız rüyaların ev sahipliğini yapan adamlara, ölümden bile sessiz yokluklara, bir sonuç vermeyeceğini öyle iyi biliyoruz ki- tam böyle çığlıklara, göğüs kafesimize oturttuğumuz, güzelliğine muhtaç olup mümkün olamayışına istinaden acısına mecbur kaldığımız düşlere, sanki tabloymuş gibi ahenkli, hatta yeni bir akım Fransa'da, sanki yeni bir müzik türü- öyle ki hepsini birden içeren, sanki bize ait ve kimle istersek paylaşabileceğimiz o mevsime, yokuş sonlarında bekleyen sağlam bir düşüşe, ama umuttur ya bu-hepsi değsin tüm bunlara diye yatarken tuttuğumuz dileklere; yani her bir günahına onun yerine cevap vermekle yükümlü olduğumuz iddia edilen Tanrı'ya; inandığımız kadar kırılıyor gibiyiz. Nasıl olur bu böyle? M.E Hikayeler başlıyor kendiliğinden. Bittikleri gibi; farklılaşıyorlar da ama hep yeniden başlıyorlar. Mesela sen ellerinle dünyaları küçültüyorsun. Ufacık kalıyor denizler, ufacık kare bir ekrana sığıyor tüm dünyan. Bir gün öncesiydi. Hani sahil kenarında sana açılmış bir şişe şarap gibi mazgal aralarında yok oldun. Bilemeyeceğin şeylere gebe kaldı o gece. Ve gün, doğurdu kendine yeni bir hikaye. Baktıysa uzun uzun baktı, sustuysa rahatsız edene kadar kenetlendi dudakları, gelemedi belki ama gitmiyordu da, içine çeke çeke içti sigarasını; derinine, ne kadar çekebiliyorsa o kadar, söz verdiyse tutmak zorunda değildi, ağızdan çıkan laflarla dünyalar kurar- dile getirmeye üşendikleri ile gerisin geri yıkabilirdi onları. Ne olmuş yani? Başladıysa bir hikaye çoktan, ortasını, sonunu görmek için balkon parmaklıklarından aşağı sarkılır mıydı hiç? Bu da böyle kalsın, bu da böyle kapı arkasında, eşik ötesinde, büyük bir tutku büyütsün böyle. Kursaklara takılmaya niyetsiz bir heves olsun mesela. Bir gün kalkıp gidecek, giderken yarın yine görüşürmüşüz gibi gülümseyip el sallayacak o güveni kucaklasın heves. Tek başına bir insanı sadece geçmişte bir anı olarak bıraksın hikaye. İnsan aslında çoktur, çoğalır, çoğaltır da hep tüketenlere denk gelmemiş olsun. Geri dönüşü mümkün olmayan bir şeyler başladığında, ne olursa olsun belirsizlik endişesi durmasın ekose eteğinin pilelerinde; ellerini kavuştur birbirine, kenetle, sanki kendini en çok sen ve sonsuza dek bir tek sen ve her şeye rağmen en çok sen, arada bir sendeleyip düşsen de, sanki kendini en özenli sen sevecekmişsin gibi. Biliyorum yine de yazılacaklar vardır. Silinecekler, yeniden düzenlenecekler vardır. Hikaye içinde hikayeler ve hayal kırıklıklarına uğrayan kahramanlarla hayalleri kırmış olanlar.. Yine mürekkep izlerinin işaret parmağından çıkmayacağı birkaç gün gelir, saklaman gerekmiş gibi bakarlar masanın üstüne öylesine koyduğun ellerine. İşte, kendi ellerine kenetlen sen onun yerine. Hem yaz hikayeleri hem de yazıl başka hikayeler içerisine. Kalkıp gitmeden bir sebep daha ara, bir sebep daha, bulamamak üzere. ve bulamadığında üzülme çünkü bazı dünyaları ne kadar küçültürsen küçült hala çok büyükler iki kişiye. ve bazıları ne kadar ufak kalırsa kalsın bir o kadar ferah. Bak hiç konuşmadan hikayeleri durdurup geri başlatabileceklerini zannediyor onlar. Öyle değil ise, sessizce kalk git kendi köşene. Eksik kalan dün yüzünden; bugünü kirleten seslere ve yarına musallat olmasından ölesiye korktuğun önceliklere katlanmak zorunda değilsin. Neresinden istiyorsan orasından silebilirsin, nereye istiyorsan da oraya çizersin özgürlüğünü. Senden önce sevilecek daha çok fazla şey vardı, Sıranı beklemedin, beklemeyeceksin. Neyin var neyin yok sırtlayıp, bir tanıdık duygu peşinde git. Ve sonsuza dek mutlu- M.E |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|