Senin o ten renginden de açık renkli, kırışmış tenin hangi düşlere, düşüncelere parmaklık kim bilecek? Hep ikilemde duruyor tüm gerçekliklerin karşında. Kendileri ve tam tersleri ile el ele kafa karıştırır gibi. Dün beyazını aldığın elbisenin bugün siyahı geliyor aklına. Dün büyük hırsla istiyorsun zannettiğin gelecek için başka planlar yapar oluyorsun bugün. O kadar zor olmasa, o denli vazgeçilmez olur muydu peki hayallerin? Bazılarımız bile bile zor olanı istiyor ne de olsa. Senin o tel tel dökülen kahve koyusu saçların hangi günahlar altında cılızlaştı kim bilecek? Sessiz sedasız bir savaş ilan edilir gibi boyalarını sürüyorlar masum çehrelerine. ve çoktan barış ilan etmeye hazır gibi beyaz giyinmişler. Ağızlarından çıkan öyle farklı ki gözlerinden görünenden, ellerinden gelenden. Yani sen ne kadar saklansan da her köşe başı rastlayacaksın bir hayal kırıklığına. Hayal kurmayı bıraksan; dilediğin hayal kılığında biri çıkageliyor hayatına. ve sen, dönüp de duramayacaksan bir şehre ait değilsin demektir bir şeylere yani sen, savaş hep devam etmekteyken kendine galibiyet armağan edemezsin. Geriye koşuşturan ve hep önden giden zaman kalıyor. Özne sen'ken bile gizli. Üstünü iyi kapatamıyor olmak yıpratıyor o eski meseleleri. Zaten kimse, hiç kimse, çözmek istemiyor aslında hiçbir kargaşayı. Herkes hakkında konuşup üstün gelmek ve haklı çıkmak peşinde. Yol üstünde bir kaldırım kenarına tüm çirkinliğinle oturup bütün yalınlığıyla anlatasın geliyor, bağır çağır susturuyorlar seni. Peki senin nasıl ve neden olduğunu bilmediğin o kırılgan kalbinin üstünden kaç duraksama geçmiş kim nereden bilebilir? Söylesen de kimse inanmazdı. Ve inanmadılar da zaten. Canın acıyorken de daha da acımasında bir sakınca görülmedi. Neyi anladıklarını iddia ediyorlardı yine? Bütün hikayeler birbirine benziyor onlara göre. Bütün hikayeler o yüzden sana ağır gelirken onlara çocuk oyuncağıydı. Sıkışmıştın kalıplarında ve bir cümle fazla edemezdin. Bağırdın duyulmadın, sustun sesine hasret yok. Beklerdin geçmesini fırtınaların. Ama geçmezdi. Yıkılırdı tüm dünya başına, her şey sadece senin kafanda olurdu ve her defasında biraz daha biraz daha biterdin. Sadece durup biraz daha haksız olmana izin verseler. Sadece durup biraz da haksız olmana izin verseler. O ellerini uzatıyorsun boşluğa, peki, ya tutamazsa? Aklın, mideni bulandırıyor. M.E
0 Comments
Hızlı hızlı yürüyen benmişim,
hayır; koşmuşum onca zaman. yetişirim belki zamana, belki de yakalarım asla sahip olamayacağımı söyledikleri birkaç saati. Bir şeyleri bana ait yapmaya, mecbur bırakmaya, gizli gizli ihtiyaç duyulan şey olmaya bağımlıymışım. Artık pek de o kadar sır olmayan şeyleri bağırarak konuşmayı sevmiş, cümlelerimin bitişlerinde kalp kırıklıklarımı elimin tersiyle yere süpürmüşüm. Direkt inkar etmek yerine belirsiz cevaplar verdiğim sorularla aramda yıllardır bir anlaşma varmış. Sesim kısıkmış aslında. Anlatamayacak, anlamayı istemeyecek, hiç de zannettiğim kadar pişman olmayacakmışım. İleriye gidememişim aslında. Bir ayağım eşiğin berisinde, diğeri ötesinde, bedenim arafta öylece gitmek hayali kurup adım atmamışım. Geriye yol almışım. Geçmişe, olanlardan bunaldıkça ileriye gitmek yerine bilindik bir yere kaçmak istemişim. Geleceği görmeden nasıl onca zaman taşımışım ben o yükü? O adını yeni yeni koymaya başladığım, klişe fark edişlerden olmasın diye dile dökemediğim, dökmeye çalışsam da zaten inanmayacakları, cılız kollarımın kim bilir kaç kez ağırlıktan morardığını umursamayan, kendime aynada baktığımda göremediğim ama beni sokakta bir kez görmüş herkesin görmemesine imkan olmayan, o taşıdıkça bir parçam zannetmeye başladığım yükü, bir gece saatin bilmemkaçı; beni birkaç saatte birkaç yaş büyütmüş olan adam omzumdan indirene kadar taşımışım. Bu kaburgalarıma sinen rüzgar soğuk, alnıma çizilmiş kızgınlık kalıcı, yanaklarıma zorladığım gülümseme birkaç saniyelik, bu tenime yansıyan ay ışığı korkunç bir geceden kalma, bu uzun süre tadını alabilmek için ağzımda dolandırdığım şeker gibi eriyen kalbim, kirpiklerim sarı, yere düştüğüm yeri evim yapma huyum geçici, bu kağıt üzerine karalamalarım cahillik, birçok kez attığım adımların uçurum kenarına çıkmış olması derin yaralar tenime, bir adım daha atayım isteğimi dindirmeye çalışmalarım haksızlık hem adama, hem bana, sonu gelirse-geldiğinde- yine sadece kendimle kalmalarım bakiymiş. Beni bu derin uçuruma yine kendi ayaklarım getirmiş, o yüzden yine yara alma ihtimalinden şikayet edersem suçluymuşum. Bir gece yıkılmış, gözlerimi kapamaya, sesimi kesmeye, dokunmamaya, hissetmemeye yemin etmişim. Zaman geçtikçe inanmak istediğim cümleler duymuş, biraz daha zaman geçtikçe yıkıldığım yerden doğrulmuşum. Bir sabah kalkmışım, güneş doğmamış bir sabaha ve venüs kaybolmuş. Sabah yıldızı bir keşmekeş galaksi kavgasından saklanmaya çalışmış. Tüm samanyolu çatırdamış o sabahın gecesinde. ve bu gök olayını hiçbir kanal konu almayacakmış. Bazı gürültüler sadece iki kişilikmiş. Birkaç adım sonra sessizleşiriz, yok, utanmayız birbirimizden; birbirimize sığınırız. Dünyada düzeltilmesi gereken onca şey varken masanın üstündekileri düzeltmek gerçek bir çaresizlik boyutu. " I do not think they even heard me." M.E |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|