Ben ilk günkü gibi tüm renkleri tanımaya çalışıyorum hala.
Adı olmayan, gözlerden uzak, önemsiz bir detay gibi görmezden gelinen renkleri bile. Tutuşuyorum içerisinde öylece yer aldığım hayatın tüm yönlerini keşfetmek güdüsüyle. Ne karar verdim böyle olmaya, ne de bir başkası o kararı aldı benim yerime. Ben hala ilk günkü gibi korku dolu bir hevesle yaklaşıyorum hayata. Belki dünün huzuruna özlem duyuyor belki de giz ve sır yakıştırıyorum yarına. Çok zorluyorum ve zorladıkça daraltıyorum etrafımda gitgide belirginleşen o çemberi. ve şaşıyorum bu cılız, aciz, kendini yıkılmaz ve yılmaz sanan kırılgan insan kabuğuna. İnsan biçiminin dayanıksızlığına, ama yine de cesaret bulup hadsizce güç onda sanmasına. Ben hala bir anlam yakıştırmaya çalışıyorum bu dünyanın insanları nasıl sırtında taşıdığına. Nasıl onca ağırlığın altında bir kere bile dile gelmemiş olduğuna. Tam ağzıma bütün o içerlemiş laflar doluştuğunda kendimi dünyayla kıyaslıyorum. Eğer ayaklarımın bastığı yerler bana ve daha kötülerine asırlarca katlandıysa, ve eğer katlanmanın acı çekmez gibi davranmak olmadığını çoktan öğrendiysem, o zaman gözlerime dolan kırgınlıkları elimin tersiyle savururken suçu atabilirim birkaç tane toza. O zaman ben de büyük bir gönül rahatlığı ile inanırım kendi yalanıma. Anca böyle devam ederim kafamda kurduklarımla gözümle gördüklerimi aynı renklere boyamaya. Bilmediğim renklere, bir isim vermediklerine, gözden uzak diye gönüllere de mesafeli olanlara. İçindeki o ifadesizliğe rağmen yüzüne taktığı binbir maskeyle anlamsız amaçlara koşan insanlara, her şeyi ve herkesi yol üstü bir durak olarak gören, gözlerini geceye bir kez bile açmamışlara, Avuçlarındaki çocukluk kırıntılarından bir yetişkin inşa edecek diye kendini parçalayanlara, Tesellileri bile umarsız ve kalp kırıcı olanlara aldanırsan eğer ki olur da; aldanma sen ama aldanasın tutmuşsa o zaman ve koymuşsan tüm önlemlerini bir kenara, Bir adamın her şeyini kaybettiği o noktada söylediği şu cümleyi hatırla; 'Tanrı'nın gücü tüm bunlara yetiyorsa neden yetemiyor dualara cevap olmaya?' İçlerindeki o derin ve kök salmış ifadesizlik üzerime bulaşmasın diye bir adım geri duruyorum. Geçmişin vitrininden kendime yeni bir gelecek beğenir gibi rol yapmıyorum. Bir adamın ve bir kadının pişmanlıklarının sigaranın son nefesiyle şehre karışışını izliyorum. Pişmanlıkların da bir rengi varmış, görüyorum. Onların rengi en çarpıcı olanmış. Önce öylesine tutunduğu bir şeye, istediği şeye erişme gücünü kendinde bulamayan kişinin bir anda gökkuşağının tüm renklerini armağan edişini izliyorum. Hiçlikten her şeye doğru anında ilerleyen pişmanlıkların insanların hayatını nasıl da körelttiğini. Kursakta kalan heveslerin saç tellerini beyazlattığını, yüzlere çizgiler attığını, elleri nasır kaplattığını, kalbe korku saldığını, ve dünyanın gerçeklerine bakmak yerine kurmaca bir gerçeklikle hayatın nasıl bitebileceğini. Ben, artık hissetmeyi unuttun sandığın her şeyi dilime geldiği gibi konuşarak kendim olmaya devam ediyorum. Parmak uçlarımdaki çocukluğumu ağzıma yüzüme bulaştırıp ayna karşısında gördüğüm beni de seviyorum. Üzerimdeki karanlığı sıyırdığımda geriye kalan her ne ise o olmaya, renkleri binbir tonda görmeye ve renksizliği keyfimce boyamaya, İçimden geldiği gibi olmaya ve olamadığımda daha da şevkle dolmaya; yani ben, ben olmaya soluksuz devam ediyorum. Ateşle yaklaşmaktan korkmuyorum buz tutmuş anılara. Ben bildiğimi dünyanın dışındaki boşluğa atıp görmezden gelebilecek kadar pes etmiş değilim hala. Aklında beliren eleştirileri ve gereksiz gerilimleri bırakabilir misin başka bir zamana? Ben deliyim, sen benim kusuruma bakma. Melis Erdogan "God sometimes you just don’t come through Do you need a woman to look after you ?"
0 Comments
|
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|