Bana yere hiddetle bastığın adımları değil, gökyüzüne dokunurum zannederken asfalta düşüren kırgın kanatlarını anlat.
En çok gece 3 civarı başına gelmiş masal gibi gerçekleri unutturan ağır mecburiyetleri konuş. Öylece ellerini önüne koyup bir şeyden uzak kalmaya zorlarken kendini, en çok yakın değilim diye düşündüğünde fazla uzaklaşamadığını fark et. Üstüne örttüğün yorganlarda uyuttuğun bir küçük kız çocuğuna armağan edemediğin mutluluklar kafanın içinde dönüp dolaşıyor. Bana hiç geri dönmek yokmuş gibi ileri koşarken nasıl olmak istemeyeceğin yerlere varacağından bahset. Kirpikleri avuntu, saçları dalga dalga kırık, omzu korkaklıkla düşmüş, elbisesinde yalancı rüzgarların estiği kadınlardan söz et. Sadece birkaç saniye içinde, düşünmeden aldığın kararların nasıl bütün hayatına işlediğini, ne kadar yıkanırsa yıkansın üzerinden silinmeyecek kokuları, nereye saklarsan sakla hep orada olacak umutları, sırf güvensizliğinden kilitli küçük bir sandığa katlayıp koyduğun hayallerini, risk almaktansa yanılmayı tercih ettiğini, bilmen gerekmeyen şeyleri öğrenmeyi çok sevdiğini, duyguların donsun diye tüm kışa tek başına göğüs germeyi, bir yorgunluğu paylaşan elleri, alkol gecelerinde arka koltukta son bulan küslükleri, en çok kızılanın hep en çok sevilen olduğunu anladığında işin işten geçmiş olduğunu, biraz kahve ve her günkü gibi patates kızartması içeren bir kahvaltı ile başladığın günlerde eksik kalan ne olduğunu; ama bu kez susarak ama bu kez asla tek kelime etmeden çünkü bu kez bağırsan da dinlemek isteyen olmayacak diye, önce kendini ikna etmek için, sonra o hesaplaşmayı yaşamak için anlat. Bir kağıt ve bir kalemle hayat bulan kelimeleri yine bir kağıt ve bir kalemle bitiren yazarlara- Tek derdin sıcaktan hızla eriyen 3 top dondurma olsa. İnsanları incelesen; diyelim ki bir Çin lokantasında, yüksek tavanlı bir alışveriş merkezinin en uç köşesinde. Berlin'de olsan mesela, otele girdiğin andan çıkana dek aklında altın saçlı kız olsa, beyaz gece uzasa. Uzasa uzasa ve kimse seni merak etmese. Şam’da Hıristiyan Mahallesi’nin ara sokaklarında kaybolsan.Ne dil bilsen ne lehçe.İhtiyacın olmasa hiç kimseye, hiç kimsenin de sana merakı. Alexandria’da akşam olsa, Deny’s'de siparişini almaya gelen garson da dahil hiç kimse sana bir şey sormasa. Yüzünden anlasalar ne içeceğini. Gece bastırsa Paris’te, ormanın içine bakan bir çatı katında bir yatağa kıvrılsan. Çinko su borularından güvercinlerin ayak sesleri duyulsa. Arka bahçedeki köpek ertesi sabah bas bas bağırsa.Yağmur hızlansa, zaman dursa,delirsen ama sen delirdikçe aklı başına gelmiş deseler. Denk gelinmiş küçük bir not olsa el yazın, pencere pervazında bir mum kendi kendini bitirene kadar yansa, içindeki bu durgun ve arsız hislerle barışmanın bir yolunu karşı kaldırımda gözüne ilişen açık kozalaklara dalarken bulsan. M.E “Bugüne kadar bir tırtılın konuştuğunu görmemiş olmanız, tırtılın konuşamadığı anlamına gelmez. Söyleyecek önemli bir şeyi olmamıştır.”
0 Comments
İhtiyar bir sonsuzluk,
zaman zannettiğimiz kadar güçlü değil, yıkılacak diye gölgesinde korkak bir yenilgi beklediğimiz ağaçlar toprağına sıkı sıkı bağlı, koşarak kenarına vardığımız uçurumdan aşağı bakacak cesaretimiz hiç kalmadı, yalın ayak büyüdük diye yetişkin insanlar olduk sanıyoruz, birkaç şeyden vazgeçtiğimizde fedakarlık ettik diyip kendimize kanıyoruz, sırf kapıları kapatıp gidemediğimiz için pencereden girecek sağlam bir rüzgar bekliyoruz, gün içinde saatlerce deliriyoruz, yitiriyoruz aklımızı uzaktan uzağa, sonra yine aklı başındacılık oynadığımız meşgul hayatımızı kabullenip geceyi bekliyoruz, ama sonsuzluk gerçekten artık ihtiyarlamış bir karşı komşu evimiz olmayan dairelerde, içeriden lavanta kokusu, sessizlik, bazen birkaç adım ayak sesi, bazen deli dizgin geçen uzun süreli anılar, bazı fotoğraf çerçevelerinde yer yetmiş tozlar, içeriden ne kadar yaşlansa da ölemeyen ihtimaller duyuluyor. Sonsuz bir saat var gece 3 ile 4 arasında. Bitmeyen bir zaman dilimi, her yerinde duran hayatının, nerede olursan ol, ya da kiminle, ne kadar değişmişsen de, ya da ne kadar aynı kalmış, hangi koşullara tamam diyip hangilerinden kaçmışsan da, gece 3-4 arası bizim utanmaz kırgınlıklarımızın sızlayıp, en büyük mutluluklarımızın son ses şarkı söylediği, en sinirli anlarımızın yüzeye çıkabildiği bir saat. Bitmez bazı zamanlar, bazıları geçmişi de götürür diye düşünürüz. Bazı zamanlar hemen bitiverir, yine de tüm geleceğimize çoktan dokunmuştur. Ne dönüm noktaları, ne sayısız engebesi olan hikayelerle dolabilir sonsuzluk, herkesin kendi küçük sonsuzluğu ve hepimizinkinin birer adı var, o kadar ufak sarsıntılara koca deprem rolü biçiyoruz ki, asıl gerçek bataklık böylesi sağ çıkmanın imkansız olduğu bir döngüden her gün yeniden çıkmak değil mi? Bir avuç insanız zaten, belki 3 kişi belki 5 'iz. Nihai istikamet belirsizliğine rağmen adım atmaya hevesli, kaçmaktan yorulmayan, çokça zaman sonra yüzleşmeleri kapattığımızda göğüs yakan acılarla belki patlayacak, papatya demeti kadar güzel görünen hiçbir demet olamaz diye her korktuğunda papatya tarlası düşleyecek, hep çok konuşup aslında çok az anlatacak 3 ya da 5 kişi. Hepimizin ütopik isteklerini bir yerlerde dışarı çıkaracak olan zaman dilimleri var, ama benim lanet kalın siyah çizgilerimin, hiçbir silgiye ait olmayan kelimelerimin, bir kez bi şeyi söylemek istedim mi asla geri adım attırmayacak inadımın, benim bu duvar gibi diktiğim kararlarımdan geriye asla dönmeyeceğime ettiğim yeminin, varsa-Tanrı-belasını versin. M.E Kimsenin kimsenin acısından haberi yok sevgilim.
Kimse bir başka eve adım attığında hissettiğin yabancılık duygusunu bilmiyor. Taşındığın her yerde bir parça kendinden bıraka bıraka eksildiğini görmüyorlar. İlk sigaranı babanın paketinden çıkarıp içtiğini ilk kez mutsuz hissettiğinde nasıl baş edeceğini bilemediğini yolda yürürken biraz aklı başında biraz da kaçık adımlar attığını kimse bir kararı verirken ne kadar acı çekebileceğini bilmiyor. Bazen sen bile bilmiyorsun. Oturup kendinle konuşman gereken konular var, susup susup biriktiriyorsun. Ne çok fazla umursuyor ne tamamen boş veriyorsun. Bir balkon korkuluğundan sarkan gölgene bakakalmış, üstünden geçip giden insanları izliyorsun. Bir mutfak penceresinden kafanı uzatmış, sokak lambalarından nefret ediyorsun. Bazı anlar sonsuza kadar sürermiş gibi hissedip bazı anların en başında tükenmiş hissediyorsun. Bir şey var en çok takılı kaldığın, ne kadar hızla kaçarsan kaç kurtulamıyorsun. Hayal kırıklıkları var. Hep kırılıp döküldükten sonra sesleri çıkan, hep can yaktıktan sonra pişmanlık duydukları, biteceklerini hiç zannetmediğin bir ton hayal kırıklığı yolda. Önüne bakarak yürümezsen her birine tek tek çarpacak ve döküleceksin yerlere. Kendini toparlaya toparlaya kat ettiğin onca yol heba olacak sanki. Ama önüne dikkatle gözlerini diktiğin her an kontrolü tuttuğun ellerin paramparça. Bir ikilem ortasında hep başka bir çıkışa daha yakın ama asla çıkıp gidemeyen- Kırmamayı öğrenemeyecekler nasılsa ne önemi var ki tüm bunların? M.E |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|