Sonsuzluklar akıp geçiyor.
Zamanın hızla ve başta büyük bir acı hissettirse de sonraları içime bile dokunmayan umarsızlığıyla. Eklemlerime bırakıp gittikleri soğukla ağrıyor tüm dokunuşlarım. Tanrının bir anlık boşluğuna denk gelip tahammül edebileceğini sanarak yarattığı galaksi dar. Kirpikleri ıslak kız çocuğundan uzak mesafelerde büyüyor sözde huzurlu diyarlar. İçine insanları, insanların içine umudu, umudu hep bir şeylere bağlamayı, bağlanan her şeyin kopmaya yazgılı olduğunu öğrenmeyi sürdürüyorum. Geçmiş gözümün önünde topallıyor, ağlıyor içi sıkılmış, yorgun-her gece sarhoş, bacakları titriyor bastığı asfaltta, geçmiş gözümün önünde geleceğimi etkiliyor. Tahmin edersiniz ya, bir keresinde güvenmiştim, çokça. Her son bir başlangıç olmaya devam edebiliyor ama her son ardındaki başlangıcı bir hayli etkiliyor da. Ne önemi var. Önemi olmayan şeylerle dolu gökyüzünde kayan yıldızlara dilekler adıyorum ben de burda oturmuş. Park bankları üzerinde soğuktan iki büklüm. Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmışım ki hayata, göremedim tüm o diktatör heykelleri etrafında her gün yeniden yıkılıp duran koca şehir insanlarını. Ayaklarımıza kapanan pişmanlıklarla dolu bir tarih kendi kendini yazmaya devam ediyor bu arada. Çırılçıplak kalabiliriz, pişmanlıktan yoksun, yalandan uzak kalabiliriz ama büyük ihtimalle bunu yapmayacağız. Çürüyen umut çığlığı, bayat inanç ya da diri bir ölüm daha duymayı bekliyorum. Koynumda beni en çok kıran mevsim. Bak nasıl çok konuşup hiçbirini anlatmıyorum aslında. Saçları boyalı adam, sesi de boyalı, hikayesi de. Bak nasıl da hiç sormadan biliyorum aslında. Sonsuz bir mutluluk isteği, daha sırf süresinden dolayı gerçekleşme ihtimalini kaybeder. Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı, kimsenin onları çözecek kadar vakti yok. M.E
0 Comments
Elde olmayan sebeplerle kendine sonuç bulmuş olaylar yeterince yük değil miydi omzuna?
Kalın, gür, siyah saçlarının boynuna dokunacak kadar uzun oluşunda güç bulduğu bir şey var gibiydi. Rastgele bir sokakta yürürken aniden kendi farkına varıp dışarıdan ne kadar çirkin görünüyor olabileceğine takılırdı aklı. "Omzuma yer etmiş geçmişim kim bilir ne kadar kambur gösteriyor beni? Kim bilir ne kadar çirkin geliyor bakanlara yara izlerim?" Kendini en iyi kendi zevklerinin tokenleri ile boyarsa güzelleşeceğine inandı. En sevdiği şeyleri vücudunda taşırsa, belki kendini de sevebilirdi. Ama dünyanın öyle dönmeyesi vardı bir süredir. Mantıkla yola çıkanları yoldan saptırası, hızlı adım atanlara engel koyası, yavaş ve temkinli duranlara geç kalmışlık hissettiresi vardı. Tamamen tesadüfi işliyordu tüm evren. Varlığı tamamen kavramsal olan bu koskoca karanlık, adam' ı karşısına alıp alay eder gibi tekrarlattırıyordu çoktan tattığı hisleri. Peki her şey aynıyken; insanlar, olaylar, hisler, replikler ve hatta mekan bile aynıyken, nasıl oluyor da farklı sonuçlar çıkabiliyordu? Hala. Şarkı aralarına sakladığı cümleleriyle kendi kalbini kırıyordu her gece. ve anlayamıyor olmak dahi hiçbir şey umrunda değildi artık. Her şeyin basit açıklaması olmuyordu. Bazı şeylerin açıklamalarını sesli yapamıyordun. Her şey uzaktan göründüğü kadar planlı ve düzenli olmuyordu. Her -mış/-miş arkasında aklını orta yerde kaybettiğinden kalabalıkla boğuşan bir çocuk ağlıyordu. Avuç içlerinden habersiz kalabilir mi bi insan? Bazı insanların kim olduğuyla ilgilenemeyecek kadar bittiği anlar oluyordu işte. Ne sorular vardı buna sorulabilecek, ne de cevaplar bir şeyleri değiştirirdi. Adam umutla devam ettiğini sandı yola. -Sanrıdır yol, bir adım atıp sona geldiğine inanırsın. ve adım atamayana dek ilk adımı hep sen atarsın. Ben. Olduğum yerle ilgili en ufak bir fikre sahip değilim ve beni en çok korkutan şey yine ben oldum. Gördüğüm ve dokunduğum hayaller arasında gel-gitler yaşayan düşmüş bir yıldızın göğe ulaşamamasıyım. Sevmeye başladığım her şeyin kaybetmeye başladığım her şeye dönüşmeyi prensip edindiği bir döngüde kendime yer yok. Yanlış eğitilmiş bozuk bir nesiliz biz. Mesela insanların soyutluğundan bahsedilmedi hiçbirimize. Kim demiş duyguların duyu organlarıyla algılanamadığını, bu bütün bedenimde hissettiğim alışılmışlık ne peki? -kokusunu bile tanıyorum. Hiçbir şeyin beni şaşırtacak bir sonu yok. M.E "Saat dört sularında avizeden umutsuzlanırım ben, gece yarısına doğru da yelpazeden umudumu keserim, tutukluların cigaralarından umutsuzlanırım." -Andre Breton Uyumadım.
Kalabalıkta saklanan rüzgar birilerinin gidişi ile yüzüme çarpabilecek cesareti buldu. Masada hafif titrek çalan şarkı artık canımı sıkmaya başladı. Tekrar tekrar ezbere bildiğim şeylere denk gelmek hayatımda ilk kez huzursuz bir his uyandırdı içimde. Kalkıp saçlarıma saklanan yağmura baktım . Gökyüzünde bulut bile yoktu. Dünyanın kenarında oturup basit bir denge oyununun beni aşağı itmesini bekler oldum her gece. Geçmişimizi inkar etmek için sabırsızlanan gelecek, gökyüzünde bağdaş kurmuştu. Kaldırımlarla ıslanan geceyi çok iyi anladığını zannediyorsun ama dinlemekle anlamak her zaman aynı şey değil. Ben bunu en çok anladığımı sandığımda üzerime attıkları suçluluk duygusundan öğrendim. Hep aynı sebepten ayağıma dolanan yolculuklar ardında kaç kişi gizli olabilir bilmiyorum. Bir hayli çok olacak ki, yollar asla yeterince uzun gelmiyor. Yitik zaman algıma rağmen hala bir şeylerle yeterince doymuş, bir şeylere hep aç kalan o yanıma çözüm bulabilecek kadar yalnız kalamıyorum. Bir başka kötü haberli sabaha daha uyanabilme korkusundan asla bitmemesini dilediğim günlerdeyim. Hepimiz mecbur kalana kadar bir adım atmamak üzere sessiz bir anlaşma imzalamış gibiyiz. Ta ki başka şans kalmayana dek susup, bıçak boğazımıza bir şekilde dayanır dayanmaz en yanlış cümleleri bağırıyoruz. Ben hala kenarından ayaklarımı sallandırıyorum dünyanın. Bir ileri, bir geri .. Suratıma çarpan rüzgar artık saçlarımı savuruyor. Gidenler, kalanlardan çok daha fazla. ve kalanlar ne kadar değerli olduklarının farkına asla varmıyor. Böylece gitmeye devam ediyor her biri o masadan. Karar vermek bir dakikanın üçte birinde gerçekleştirilecek bir eyleme dönüyor; herkes en çok susması gereken zamanda konuşmayı alışkanlık ediniyor. Bu kaosun içinde ne yaptığımı ben bile bilmezken başıma üşüşmüş hesap soran çok fazla ses var. Gözbebeklerime yansıyan belirsizlik bile yargılamalarına engel değil. Kendi dünyamı terk edip bir başkasınınkine yerleşme düşüncesi bile midemi bulandırırken - dışarıdan çok farklı görünmüş her şeye bir tepki- ve artık anlatmaya başlayacak cümleler bulamıyorum- Buralarda hala anlayamadığım çok fazla şey var. Kendimi tamamen kaybetmek üzereyim ama umrumda da değil. Benim ruhum içinden çıkılmaz evrekalar yarattı ve kayboldu. Kırılganlığımı sakladığım yastıklar altında kaç kez parmaklarım kırıldı. Karakterime yanaşan tüm içinden çıkılmaz durumlar geceleri soluduğum havaya karıştı ve bir sabah aniden bu kadın oldum. Uyumadım. Dolayısıyla hala uyanamadım. M.E |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|