Herkesin planının olduğu bir günde, kalabalık önümde akar gibi hızla yürürken, beklediğim şeyin geç kalmış olması kadar kötü hissettiren başka bir şey yok. Sanki uzun bir süre boyunca hakkında hiç konuşmadığımız, zamanı geldiğinde öylece konuşuverip hayatımıza almaya kalktığımız o şey her ne ise-veya kim-bekletmekten büyük bir keyif alıyor. Hareketli bir meydanda en az gürültülü köşeyi seçmiş sanki orda isteyerek dikiliyormuşum gibi yaparken içimden sürekli gitmek geliyor. Hani tam zamanıydı? Hani onca yanlış zamandan sonra artık tam zamanı gelmişti? Ama ben, yüz metre ötemde pandomim yapan adamla, ikinci el kitap sattığı için tezgahın başında durması gereken kadınla, soldaki butik küçücük diye içeri girmeyi bekleyen birkaç kız çocuğu ile; bu koca meydanda öylece dikilen nadir şeylerdenim.
ve gelen hiçbir şey olmadığı gibi, her şey ve herkesin gidiyor oluşu bende de gitme isteği uyandırıyor. Son bilmem kaç dakika diye kendime süreler veriyorum. Hayatı kandırıyorum aklımda. Verdiğim süre içinde gelmezse oynayamam artık bu oyunu. Ama yüksek sesle söylemeye cesaretim olmasa da içimden öyle iyi biliyorum ki koşullar ne olursa olsun oynamaya devam edeceğim. Tüm bunlarla kafamda mücadele ederken öte yandan sağ çaprazımda kalan balmumu müzesinin girişine takılıyor gözlerim. Kırmızısını anlamsız bir şekilde çok çekici bulduğum ceketi giyen kadın da bir şey bekliyor gibi. Sıkıntıdan ellerini birbirine kenetliyor, bir saniye..iki saniye, dayanamayıp ceket ceplerine sokuyor, bir saniye..iki saniye, sonunda ondan da memnun kalmayıp bir sigara çıkarıyor kotunun cebindeki tabakadan. Bir nefes çekerken bana doğru baktığını fark ediyorum. Sanırım durduk yere daha da rahatsız etmiş olabilirim onu. Ama aksine, sanki kendisi gibi gergin olduğumu görüp tuhaf bir haz alıyor beklemeye olan nefretimden. Dudağımın sağ ucu hafif yukarı kalkarken kadının bana doğru yürüdüğünü görüyorum. -Daha çok gerginlik.- Aramızda bir çöp kutusu kalana kadar yaklaşıyor. Yolu yarılarken gözlerimi çevirip başka bir şeyle ilgileniyormuş gibi yapıyorum. Ama aklım onda. Kaç kez -mış gibi yaptım sadece şurda öylece dikilirken? Neyse. Canım hala biraz sıkkın ama en azından artık ufak bir değişiklik var. Ne beklediğimi düşünüyorum. Bugüne ayarladığım bir iş görüşmem yok. Aile ziyareti gerektiren bir resmi tatilde değiliz. Kimseyle plan yaptığımı hatırlamıyorum. Herhangi bir işim de yok halledilmesi gereken. Ama sabah kalkar kalkmaz beni dışarı sürükleyen o his neydi o zaman? Tüm hayatım boyunca bana gelen o ilk 'şey'den sonra hep bir başkası gelecekmiş gibi beklentiye girdiğimi fark ediyorum. Belki yanımda dikilip arada göz ucuyla bana bakan o kadın da bunu fark etmiştir. Beklediğim şeylere hep hazırlıksız yakalandığım için mi hiçbir şey yolunda gitmedi? Bu kez kendime yeterince kalabalık bir köşe bulur önceden beklemeye başlarsam belki bir şansım olur diye saatlerdir sadece izliyorum. Neyi beklediğimi bilmeden tüm hayatım boyunca sadece izliyorum ve belki de dibimde duran şeye bakamadığım için hep bir şeyleri kaçırıyorum. “Düşünceye dalarak bu bataklıktan kurtulabileceğini sanma avuntunu bile yitirdin.” yazmış Pavese. İçimden çıkaramadığım şeyleri dışarıda, yolda yürürken yanımdan geçip gidermiş gibi bulunca her şeyi çok iyi anlıyorum. Sanki hep aynı filmler dönüyor, hep aynı diyaloglar, aynı mekanlar. Tek değişen kimin oynadığı. Bana soracak olursanız ben bir şeyleri değiştiremem ve değiştirmek istemem artık çünkü böyle seviyorum kendimle ilgili her şeyi. Canımı acıtırlar, ben dururum, hareketsiz. Mutlu ederler, dururum, değişmeden. Yıllar önce kocaman değişimler edindiğimde altından neredeyse kalkamadığım o yıkımlar yüzünden artık değiştirsem değiştirsem ufak şeyleri değiştiririm. Bir sigara isterim kırmızı ceketli, siyah saçlı kadından. Bir paket daha alırım eve giderken. Ve aniden sigara içiyor olurum. Yıllar sonra kendiliğinden nefeslerimize kadar dolacak olan büyük değişimleri kendim planlamam. Bir daha bu saçmalığın tekrarlanmasına izin vermeyeceğime dair sözlerim var kendime, tutamadıklarım pek, ama bundan sonra tutulacaklar. Bundan sonra? Yıllar önce bir şarkı dinlerdik baştan sonra beş kez, altı, yedi..bugün kendi kendime dinlediğimde gözümden bir damla yaş bile akamıyor. Değişime gitmek yerine onun gelmesini beklemek gergin bir süreçse de en azından yormuyor. M.E
0 Comments
O limon çiçeklerini kokladığımda, bazı hatıralara ait fotoğraflara denk geldiğimde, istemeden kendimi kırdığımda, isteyerek beni kıranlara şans verdiğimde,
bütün saçma şeyler ve bu alaksız olaylar arasında, ateşim yükseldiğinde, başımın ağrısından kıvranarak uyuyamadığım gecelerde, öylesine biri dudaklarıma tebessüm olabildiğinde, aniden beklenmedik bir his istediğimi fark edince; güçlü ama yorgun, merhametli ama gururlu, haklı ama sessiz kaldığımda bir tek kendimi buldum yanımda. Yeni işimi kutlamaya çıktığımız gece olduğu gibi bir arabaya yedi kişi doluşup başka şehre gitmedik. Can sıkıntısından süslenip bir yerlerde bir parti vardır diye evden üç kişi çıkıp beş kişi de dönmedik. Gereksiz yükselen sesimle aniden dolan gözlerim, titreyen parmaklarımla ve bu kez hayatımda ilk kez ne yapacağıma dair hiç planımın olmadığını fark etmemle baş başaydım. Ararsam bulurum diye aramaktan korktuğum bir şey var. Herkesin anlatacak bir şeyi varken nasıl kimse kimseye bir soru bile sormuyor? Zaman nasıl da gerçek, somut. Gerek yok takvimlere ya da duvar saatlerine. O geçer dediğimiz şeyler hayatın ta kendisi. ve evet, geçiyor. |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|