Bir oda dolusu karanlığı aldım arkama. Gecenin bi yarısı korkudan ve endişeden titreyen ses tellerini son gücünle nasıl hırpaladığını hatırladım. Uykusundan uyanıp, senin iki cümleni duymak için kendi karanlığına ufak bir ışık yakarak sana odaklanan birilerini arada hatırlıyorsun. O birilerinin her zaman farklı kişiler olsa bile hep orada olabileceklerini ikimiz de biliyoruz. Ve ikimiz de istemiyoruz o kadar düzmece bir hayatı. Karanlığın siyahtan laciverte dönmesiyle, 58.saniyede melodiye dahil olan piyano sesiyle, artık kaçmış hevesine inat hissettiğin büyük sevgiyle, tükendiğini gözlerinle gördüğünü kanıtlayabileceğin bir hikayeye en beklenmedik sonu yazmak bir amaç boyutunu alıyor. Camları zangırdatan, duvar çatlaklarını ufalayan ve kulaklarını ağrıtan rüzgara dokunmayı isteyen saçma sapan bir çocukluk var o odada. Günler, aylar ve yılların hayali var. Turuncu bir spot lambanın yokluğunu ara ara hissetsem de karanlığın gece boyu değiştirdiği tonları izlemek biçimsiz bir keyif veriyor. Her şey; hangi ülkede, hangi mahallede, hangi zamanın hangi diliminde olursam olayım sığabiliyor 10 metrekarelik odalara. Yirmi birinci yüzyılın kaçınılmaz özbilinçlenmesi sırf bu işlerle ilgisi olan bana değil, hayatı en hissiz şekilde yaşamaya niyetlenmiş karşı komşularıma da yükleniyor yavaşça. Bizim bu detaylara böylesine tutunmamız belki biraz içten gelip biraz da sonradan geliştirilmiş bakış açılarımıza dayansa da artık etrafa hızlıca yayılmış olan bir hiper realite mecburiyeti ediniyor herkes. Brüksel'de Grand Place'ten yukarı çıkarken keşfettiğim plak dükkanı belki de en karma halini gösteriyor insanların. Eski usül, modernize bir hobi edinme çabasıyla kendisi için yaşamayı on sekizinci yüzyıl şairlerine bırakmış koca bir topluluk. Gezerken ve tarihi yerleri incelerken merceğinden dünyayı gördükleri ufak telefon ya da fotoğraf makineleri ile asla geldikleri yerle bağını koparamıyor insanlar. Tam anlamıyla bir ayrılık mümkün olmasa bile yüzlerine baktıkça içimi rahatsız eden bir şeyler hissedip, alakasız zamanlarda bunu etrafımdaki başka insanlara karşı da kullanmaktan geri kalmıyorum. Ne kadar mahrem bir hayatın olursa olsun değişen ve asla yok olmayan zamana ayak uydururken dışarıdan bakan bir çift göze eleştiri hakkı verirsin ister istemez. Eleştiriden kaçan çünkü çok eleştirilmekten kalbi kırılmış olanlarımız bile ettikleri tonlarca özgüven yüklü laflar altın kalıyor bi zaman sonra. Zaten böyle şeylerin olması değil ki sorun. Bunlar oldukça, olduktan sonra ya da olmadan hemen önce fark edip hep daha iyi bir versiyonunu aramalısın kendinin. Sen ve ben ayrımında kesişen hayatlara öyle kolay haksızlık etmeyi bu yüzden pek kolay karşılayamam. Elinde bir nüshası bulunmadıkça sahip olduklarını kafasında yok edebilen insanlar kendilerinin çabuk belli ediyor. Yapmamaya karar verdiğin şeyleri yapabileceğin durumlar da mümkün. Tüm bu ironilerle ve olay örgüsü olmadan olay yaratabilmiş kelimelerle bu yüzden oynayıp duruyorsun. Aşağılayıcı bir karanlığı da var odanın hikayesindeki enkazların. Belki de dünya kendini sürekli düşe kalka harabeler içinde çiçekler açtırarak var etti diye gecelerin sabahlara bağlandığı yerelere böyle taktım kafayı. Değişim işte. Kaçınılmaz. Tek kaçabildiğim gerçekten bir şeyler anlatmak. Herkes konuşuyor; herkes dinlemeyi bilmiyor.
Zaman düzleminde tüketiliyor nadir bulunan hislerin soyu. M.E
0 Comments
Gölge altında oturup gözlerini güneşe dikerken hissettiğin dinginliği, aklında durduk yere canlandırmayı dene.
Bazı anların harareti içerisinde adım atamadığın prensipleri kendine sadece sıradan zamanlar için edinmişsin. Sıradan, hiçbir şeyin olmadığı;ya da bir şeylerin kaoslaştıramadığı anlarda üstünde taşıdığın belirli değerlerin var. Ama bir pazar günü; geçmişten çıkıp gelmiş, beklentiyle kapında dikilen, affını istediği belliyse de özür dilemeyecek olan ve sırf tanıdık hissettirdiği için 'öylesine' yüzüne bakmaya karar verdiğin hayaletlerine ters bu değerler. Ya da bir gece sırf can sıkıntından kalkıp gittiğin pişmanlıklarına, ya da akşamüstü üzerindeki yorgunlukla etmiş bulunduğun ağır laflarına, çocukluğuna, toyluğuna, canı her şeyi isteyen ama hep bir adım geride bekleyen ironik kişiliğine ters bazı değerler. Yaratmakta olduğun paralel hayat akışları senden bağımsız ilerlediğinde ani bir öfke ve kırgınlık doluyor için mesela. Ani duygu değişimlerinden nasiplenmiş bir yetişkin olarak hala bunları kontrol altına alamamış olmak da ne demek? Masa başı sohbetlerinde kendini açıklar gibi olduğun anda karşıdakine daha çok odaklanmaya çalışman hala ürkekliğinden mi? İşte bazı anları kestiremiyor oluşun diye bir gerçek var burada. Burada, bu herkesin aslında yaşarken düşünmeyi bırakmak istediği küçük hayatlarında, ne kadar karar verirsen ver aklın hep veremediklerine kayar. Hep bir diğerinde, bir başkasında, seçmediğin o yolun nelerle çevrili olduğundadır gözün. Güvenli bir alan bulup kendini inşa etmeye başladığında sanki sonunda tamamen yapılanmış gibine gelir her şey. Bir sonraki fark edişe kadar. Bir sonraki rastgele ama etkili bir muhabbete, bir sonraki tanışmaya, bir sonraki aşka, aldanışa, güven isteğine... Bitmeyen süreçler adı altında oturmuş mutlu bir son yazmak için ölüyorsun. Ama nasıl bir istek- heves, heyecan- seni yaşadığın kısa süre boyunca biriktirdiğin en az on farklı hayattan hala daha da fazlasını istemeye iten o his. Mevsim yaz; gölgesinde saklanıyorsun ağaçların. Mevsim kış; kadife eldivenlerine düşen kardan bi'haber tenin. Birkaç adım sonrası koskoca evler, işler, insanlar ve sosyal boşlukta süzülecek içerikler. Birkaç adım öncede garip bir gün ve yine teşekkür etmeyi unutmuş insanlar. Yönetimi zehir etmiş bir devrim yanılgısı, fotoğraf albümleri dolu paslı tavan arası, birkaç plan geleceğe dair, bir orta sehpası, birkaç kadeh bir şeyler ve önce kelimelerinden azad ettiler sonra geçmişinden. Hafiflemiş olman gereken yerlerde üzerinde ağır aksesuarlarla dolanıyorsun. İroni de bir yere kadar. Nere ora? M.E Taşları kırık dökük kaldırımlar üstünde dengece durmaca oynar gibi yürü gecenin bir vakti.
Karanlığın dolduğu her çatlak, gün ışığı vurduğu an bomboş görünecek. Pasif bir sevgi bekliyor seni bir yerlerde. Sakin ama rahatsız eden bir duraksama, aklına ani ve ayrıntılı planlar iliştiriyor. Zaman kazan. Şiddeti belirsiz bir adımla başla aklına takılan şeylere; belki biraz da sarhoşlukla. Tüm yüksekliklerden yere çakılır gibi bitirdin seni buraya bırakan geçmişini. Kekeme kelimelerini yut, saflığın sahibiyet ile yıkılışını, toparlamakta güçlendiğin hayatının merkezine oturt. Birkaç kere kırılmanın, birkaç kere kırmanın;sıklıkla hayal kurup nadiren gerçekleştirebilmenin üzerine bıraktığı o hayalet ten renginden kurtul en başta. İnat edip tutunduğun kemikleşmiş inançlarını kır ve tam da hiçbir şeye inanmazken inanmak iste birine. Sağlam bir duruş yerleştir omurgana. Ne istiyorsan o olmanın ve onu yapabilmenin aldırdığı nefes nasıl da hafif? Tüm kadınlığına ve erkekliğine, benliğine, çocukluğuna, geleceğine, hiç adını anasın olmasa da geçmişine bile; örtbas edilmiş itirafları ayıkla ve her ne istiyorsan onun sözünü ver. Parmakların hep soğuk kalmasın diye sıcak bir kenetlenmeye aç artık kendini. Kimse söylemez bunu ama, soğuk, zamanı bile dondurur belki. Bilinci yitik bir sokağın en çıkmazında kendine rastlamamak için bir anlaşma yap. Uyanmanın hiç sırası değil biliyorum ama uyan, bir şeyler yap seni heyecanlandıran. İnsan önce, özgürleştirmeli ve sonra başka özgürlüklerde bulmalı kendini. M.E |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|