Quander Road boyu, kulağımda kulaklık, sırtımda gerekli gereksiz her şeyi içine attığım çantamla yürüyorum.
Adım atıyorum beş sene geçiyor üstünden. Üstüne gittiğim sorunlar büyüyor, büyüdükçe beş sene evvele çeviriyorum yönümü. Büyütüyorum çocukluğumu dizlerimde yatırarak. Bacaklarımda ağrılar, sırtımda yola hazır çantalar, kafamda vakitlerin tümü. Kafamda bir devrimin idamları, bir toplumun düzeni devirmeye yaklaştıkça uzaklaşması. Ve kafamda bireyselliğin karşı koyamadığım çekiciliği, ve kafamda şehrin birinde ellerini bira şişesi dolaylarında kenetleyerek konuşmayı alışkanlık edinmiş bir adam. Kendimim; makul olanın üstünde dans ediyorum hep. Sesim bazen hiç çıkmak istemiyor, bazen etrafımdaki sağırlıklara sebep. Fark ediyorum bir şeylerin geçerken tenimde bıraktığı lekeleri ve onları görmezden gelmek bir direniş oluyor. Kimine tezat düşüncelerim, kimi için sürükleyici bir öykü. Fark ediyorum ve fark ettiriyor-ve fark ediliyorum. Adım atıyorum üzerinden hiç zaman geçmediği de oluyor. Bir saniye, iki saniye bile geçmiyor ve kendi sınırlarım içerisinde elimin kolumun erişemediği mesafeleri gözetmeye hevesleniyorum. Anneannemin el örgüsü oyalarla süslediği kırmızı alacalı tülbenti gibi eskiyorum. Babamın geçmişinden parçalanmadan kalmış yeşil renkli sedir gibi duruyorum etrafımda yenilenen dünyanın içinde. Kendi içimde, dünya içinde, renklerimle ve solmuş yerlerimle, zamana ayak uydurmuş yönlerim ve eşelemeden bulunmaz antikalığımla. Durmadan konuşuyor, kelimeleri ardı ardına döktükçe hiçbir şey anlatamıyormuş gibi hissediyorum. Özlem duyuyorum bu hani bir kez dokunduğum ve ellerimi bir daha üstünden hiç çekesim olmayan ‘bir şeylere’. Ama özlem konuşmuyor, hatta hiç sesi çıkmıyor ve ben yine de duyuyorum. Bir yerlerde bir zamanlar anlattığım kadar anlaşıldığımdan eminmişim sanrısı dolanıyor kafamda. Bir beyaz kelebek kanat çırpıyor turuncu sokak lambası etrafında ,alaca karanlıkta. Aklımdan geçen hiçbir şey’ler ve parmak uçlarımdan süzülen dumanla, kalın kanatları ve ağır vücuduyla ışığın altında birkaç saniye çırpınıp karanlıkla bir olabilen beyazlığıyla, bazı renkler diğerlerinden daha çok yer ediyor aklıma. Mahfuz kelebek artık bir süre önce olduğu yerde değil ve acaba başka ‘ne’ bir süre önce olduğu yerde olmayacak diye telaşlanıyorum. Ama sakinleşmenin yolunu buluyorum kendi kendime, sokak lambası altında çırpınır gibi. Hep bir yolunu bulup kendim oluyorum. Sonra birkaç adım atıyorum sonunu görmediğim bir şeye ve adım attıkça tükenir gibi azalıyorum. On seneyi aşkın bir süre boyunca kendim oluyorum ve herkes fark ediyor. -iken Bir süredir kendim olamıyorum, ve kimse fark etmiyor. M.E
4 Comments
Işık kırıldı ve dağıldı ve dağıttı karanlığı. Oda, ağladı, bağırdı ve sonunda sakinledi bu kargaşayı. Kanepenin döşemesinin yırtık yerinde oturuyordu öylece. Kucağına kendinden büyük sorumluluklar yerleşmişti bir gecede. O gece, ışık kırıldı, dağıldı ve dağıttı aklının karanlığını. Ninnisi ağıt, hissiyatı yalan kelimeler öbeklendi karşısında, dikildi ayağa; otobüs güzergahına meydan okur gibi. Etten kemikten, vücut bulmuş mania. Yokuş yukarı, köşe başı, yokuş aşağı, tarla ortası..demeden savruldu saç telleri eylemsizlikle. Ve zaten, uzun süredir ekseriyetle savrulur durur istikrarlı bir şekilde. Varış durağından habersiz ama zaten aradaki onlarca durak ismine dahi aşinalığı yok. Oturduğu biçimsiz kanepe artık sadece bir anı geçmişinde. Şarkılar çalıyor kafasında, tekrarda takılı- Müzik yırtıyor kulaklarını, dağılıyor fikirlerine, bulaşıyor beynindeki her bir ihtimale. Durduğu yerde ihtimallere uğruyor ruhu böylece; o ihtimali ziyaret ediyor, bu ihtimali ziyaret, şu ihtimali- Bir şey, daha olmadan ‘Olursa nasıl olur?’ demelere, duygudurumu muğlak iç dünyası dalgalanmaya başladıkça ürperip caymalara, kendi derisinden kurtulur gibi rol yapıp trajedisini meşrulaştırmamaya devam ediyor pişkinlikle. Arbus’a inat, sanki başarılı olabilirmiş gibi illüzyonlardan maskelere bürünüyor. Daha hala aşmakta olduğu ve bitişe çok uzak o yoldan umutlu; münzeviliğine sığınarak. Tek’lik neler yapıyor, neler mırıldanıyor insanın kulağına? Bacakları yanmaya başlıyor üzerinde durdukça ağırlaşan yükle. Tutunuyor kendine, yüklere, yükümlülüklere. Yırtılmış gerçekliğe ve olabildiğince dürüst, olabildiğince kalıcı bir yarın hayaline; -Hayır, bu kadarı ona yetmez- hep daha fazlasına, hep daha sağlam ve hep daha büyük bir inançla verilmiş sözlere, daha güzel gülümsemeler, daha büyük umutlar ve daha renkli cümlelere, kıyısında çırpındığı sulara daha çok ve daha çabuk dalmaya aç. Göğüs kafesine inilti çökmüş suskun bir anne çığlığı gibi beş saniyelik aralarda inip kalkıyor ciğerleri, Ellerinde geçmişi, kırışıklıklarında bıkkınlık, yüreğinde minik bir telaş. Kimin evi bu sırtımda taşıyorum zannettiği; kimin zaferi, kime yenilgi? Birinci olamayacak kadar geç varıyor otobüs o son durağa. Tamam, işte, sorun bu; birinci olamadıktan sonra hiç önemi kalmaz sanıyordu. Ama her şey daha da anlamlı, daha da insancıl ve bu artık daha büyük bir ferahlama. ‘Ben..’diyor, cümlenin devamını düşünmeden, kulağında hala bir müzik. ‘Ben anlattıklarımın yalnızca bir kısmı, anlatmaktan vazgeçtiklerimin yarısı, asla anlatmayı hesap etmediklerimin tamamıyım.’ ‘Çünkü ben varamadım belki zamanında, yolumdan haberdar değildim ve en iyisi olamadım yaptığım her şeyin ama, ben kendime ve beni olduğum gibi gören birine yeterim. Yeterim, artarım, çoğalır ve çoğaltırım aklıma huzur olabileni. Ben ki hiç utanmayan yaşadıklarından, Ve ben geç kalanların ilki.’ M.E İs kokusu siniyor çocuğun sarı el örgüsü hırkasının üzerine. Parmaklarına kıymık batmış, ellerindeki damarlar yine belirgin, gözlerinin altında bir önceki gecenin yorgunluğu. Basamakları birer ikişer atlayarak çıkmaya çalıştığı evine artık çok az uğruyor.
Her an, bir an yok olacağından korkarak- Vücudundaki izleri kapatmaya çalışmaktan bıkkın, biraz daha 'iyi' görünmek için hiçbir çaba harcamak istemiyor. Güne başlarken tuğla tuğla ördüğü metamorfik duvarın ardına saklanamayacağı akşam saatlerine kırgın. Onca çaba, onca kafa yorgunluğu ve onca ufak kaygıya borçlu gibi bir-düşen-bir-yükselen hisleri külfet. Her an, kısa bir an sonra yok olabileceğinden korkarak- Kapatıyor gözlerini gece ve ardından gözlerini açıyor sabah. Güneş hep orada; ya bulutların arkasına saklanıyor ya da gözlerinin içine gülüyor çocuğun. Bu istikrar kafa karışıklığına sebep. Bunca sarsılmaz kolonlar üstüne dikili dünya, nasıl oluyor da dayanamıyor gibi alkol sonrası sabahlara? Hafif esrikleşmiş çocuk; biraz yitik kelimeleri, biraz buyurgan hareketleri. Kendi olduğu anların hepsini birden görmelerine izin vermiş birkaç gün içerisinde; bu ne cüret? Her an, sanki birazdan- Bazı cümlelerin sadece söylenemediğini değil, aynı zamanda söylenmesini beklemeye yasak getirildiğini öğreniyor çocuk. Yasaklanmış-ayıplanmış-ayıklanmış bazı cümleler ve seyrekleşmiş 'olduğu gibi' olabilme hakkı tanıyan insanlar. Daha ilk dinleyişinde, çok sevmek bir şarkıyı; olmaz. Hem bu kadar kolay mı? Bu kadar kolay mı sevmek; hem de bu kadar kolayca senin yapmak bir şeyi, ona sırf sevgi duyarak? Bir an, birden sanki havaya karışacak içine çektiği dumanla- Yok, yok olmaya engeller çiziyor çocuk. Bu da var oluşuna sınırlar çekiyor ister istemez. Bir rüya uyutuyor dizlerinde sallayarak. Hiç fırsatını bulamadığı soruları yöneltiyor en sevdiği şarkıların, en sevdiği cümlelerine. " Neden- Neden, mesela, uzak olmak her zaman en kolay? " Sadece sıyrılmak yetmiyor körelmiş otlar arasından. Sadece sıyrılmak ve yüzünü güneşe dönmek yetmese de idare ettiriyor ama- Hiçbir şey, hiçbir zaman yetmiyor zaten çocuğa. Her an, bir an yok olacağını bilerek, bir türlü içinde inşa ettiği eve yerleşmeden ama hep yerleşik hayatı özler gibi, arkasını dönmüş uzaklaşır gibi ama hiç gitmeden, bir üflese dağılacak yorgunluğu ama uyku dolu gözlere aşık oluyor sanki. M.E |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|