Yüzünde heyecanımı aşağılayan mağrur bir ifade.
100 bin yıl önce düşen gök taşına hikmet diyor şimdi de. Birkaç saniye sonra şimdinin unutulacak tüm detaylarını not alıyorum defterime. Bu bilmemkaçıncı, sondan ikinci, kendi kendime sıkça yazdığım bir hikaye. Benim her imrendiğim, ardından üşenmediğim ve sahiplendiğim, belki henüz büyütemediğim evciliklerimi uzun mesafeden görememesine.. Neresinden bakarsa baksın sadece kendi gözünden görebilecek yine. Hiçbir fikrimin olmadığı vakitlerde, Anlık dürtülerin, peşi sıra içine sürükleyen dalgaları bulaşır durur ellerime. Bu kadar eleştiriyi, bu kadar zıtlığı ve düzenbazlığı nasıl taşıyor dünya göğsünde? Not defterimden geçen bir ihtimal belirir, karşımda kaskatı dikilen her sahteliğe. Kökleri dünyanın rengini soldurmuş güçlü – güçsüz savaşını kitaplardan okuyamazsın. Diline pelesenk edenlerden işittiklerin hangi yana bakarak konuşur anlamazsın. İnsanların fikirlerine, nezaket adı altında saatlerce işkence edilen muhabbetlerde, Adalet ölçeği kişiye indirgendikçe, ısrarla hakaret edileceğini kabullenmek durumundasın. Adalet terazisini ellerinde tutarken gözleri görmeyen bir kadına neler yapar bu insanlar? İnsan olmak ve kendin olmak ve mutlu olmak, en çok da sesini duyurmanla alakalı hale gelir. 100 bin yıl sonra medeniyetin ortasına atılan metaforik taşların yıkımı artık bir duygusal hastalıktır. Mikrofona konuşmakla ilgilenmeyenleri dinlemek için nereye gitmemiz gerekir? Büyük dalgalarla birden batmadı o gemiler. Küçük yanlışlara çarparak zedelenen gövdelerine yenik düşen burnu havada kimseler. Önce görmediğine var dememeyi seçer, sonra var olanı görmezden gelir söz sahibi yetkililer. Ne kulaklarıma fısıldayan rüzgarın melodisi, ne en sevdiğim şarkının her yeni notada değişen bestecisi, meşru kılamaz renkleri solmakta olan uygarlığın yenilgisini. Böyle sıradan günlerde kaybedildi, verildiği dahi duyulmayan savaşlar. Bu- heyecan sayesinde, artık hiçbir şey olmaz sanarken, kalpten akla sızan bi düşünce devrimi. Bir akşam yolculuğunda, güneşin etrafına alabildiği renklere hayran bir kız çocuğunun kalemi- önce ürkerek ve gizlenerek çizmeye başladı kendisini. Balkon demirlerini örten o huzursuz ve çirkin yeşil tonlardaki brandada, kim bilir kaç oda + bir insan solmayıp yeşermek için direndi. Ne zaman ki bir fikre birçok insan kapılsa, diğer tüm fikirler geçerliliğini yitirdi. Belki bir başka hikmet şu ağzımdan çıkanlarla, parmaklarımın çizdikleri. Toplamda kaç kelime esas anlamını yitirerek, tanımladığı herkesi niteliksizleştirdi? Bazen konuşmuyorum diye kapılıp gitmiş gibi görünürüm çizgisel bir zamanın gelgitlerine, Herkesleşirim bakan gözlerin sorgusuz yakıştırdığı anlam kargaşası bir künyede- Bazense işte tüm bunlar çok konuşuyorum diye. Yetişkinliğin, etrafta olan bitenin çoğuna yetişememek olduğunu kim bilebilirdi? ve böylece, devrime evrilecek kadar popülarize edilmemiş her düşünce, sahibiyle birlikte devrildi. Melis Erdogan
0 Comments
Maddenin tanımı olmayan bir hali daha var.
Beşeri her şeyi giyinip kuşanıp, savaşa çıkar ve darbeye hazır gibi güne başlamandan belli bunun doğruluğu. Bu hal, insanın kendine ve etrafındaki herkese küfür gibi büründüğü bir hal yani. İnsan, bazı yaşlara öğrenmeye olan hevesini bulamayacak kadar kibir yüklenerek giriyor. Yaşın kaç? 18, 26, 38, 42...Peki tüm yaşadıkların da yaşına dahil mi? Ağzın iyi laf yapmasa bu kadar güzel sergiler miydin kendini? Yaşının sorulduğu bir masada, sessiz imaları insanların gözlerinden okurken, kendini ilgiye ihtiyacın olduğuna inandırmış olur musun çoktan? Fayda bekleme sen üstlerine yapışıp kalmış zavallığı yetişmişlik sanan çocuklardan. Arada kaldıkça zaman üzerinde dar duruyor ve maalesef böyle karışamazsın hayata. Biliyorum, her şeye var- ama cesaretin kalmamış salt kendine benzeyen bir adam olmaya. Devam etmek zorunda değilsin sana ait olmayan ve ait olamayacağın davranışlara. Diline dolanmış doğrulu-yanlışlı cümleler üzerinden saygı ve dolayısıyla sevgi alırım sanmaya. Elimde olsa ayıklarım kalp kıran kelimelerini bütün devrik ve yenik cümlelerinden. Elimde olsa yumuşatırım içindeki boşluğa gün aşırı düşüşlerini. Böylece, sokağın solundaki kiliseye güneşin nasıl örtündüğünü sen de fark edersin belki. Bazı komplekslerini başkalarına mal etmeyi bırakmadan netleştiremezsin o ideal dünya dileğini. Biraz da böyle önemsiz ölçekli gerçeklerin yapsana analizini. Yol boyu süzülen polenleri nerelere sürükledik tüm şehir boyu mesela? Tam o an üstümüze havadurumu tahminlerini yanıltan bir yağmur yağarsa bir de... Çocukluğunu kurcalayan ses tonumu fark eder misin yağmur damlaları ruhunu ıslatırken sessizce? Tedirginliklerin vedalaşma anlarına sığmadığı mahallelerden birinde sen de cama çıkıver. Maddenin tanımsız hali olmanın, her zaman tanımlamaya çalışacaklarıyla eş değer olduğunu kabullen. Ama kabullenişlerinin nasırlaşıp üzerine şeref yoksunu bir ‘sen’ yakıştıramadığından da emin ol. Bırak üstüne atıp kaçtıkları enkaz geçmişlerin hepsini- herkes kendi gözünden, kendi gönlünden görsün diye seni. Suskunluklar her zaman şiirsel değildir ya hani.. Başkalarıyla kavga ederken bastırdığın iç sesine kulak verirsen eğer sen de, içinde kıyameti gizleyen sessizlikleri de görürsün böylece. Bu yol ve yolculuk sayısız insanın arasından geçerken hepsinden mükemmel bir şekilde korunabildiğin bir şekilde sonuçlanmıyor. Ama artık rüzgarın yüzüne dalga gibi çarptığı gecelerde tek derdin “Bir kadeh kırmızı daha..”. Üstelik insan her şeye bizzat katılamasa da, tüm geçmişlerin hatalarından kendine ideolojiler inşa edebilen bir varlık nasılsa. Belki de hal’in birkaç farklı kültürün ve dilin sentezi bir kolajdır çocukluğundan kalma. Belki hal’in amorf, belki elişi kağıtlarından gelişigüzel bir manzara. Dilediğin şey olabilecekken, var-oluşuna zıt çizgiler çizme hareket alanına. Yırtığı, bütünü, küçüğü, büyüğü, renklisi ve solmuşuyla sürdürebilirsin tüm hatıralarını. Belki sanatsın, belki sanatçı; belki Tanrı da kendi inancına göre bir pop art’çı. Melis Erdogan |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|